Bir çocuğun anlam dünyası, büyük ölçüde bakım verenin
—çoğu zaman annenin— içsel dünyasının bir yansımasıdır.
Yeni doğan bir bebek, nöropsikolojik açıdan henüz
işlenmemiş, potansiyelle dolu düz bir tarla gibidir. Bu
tarlanın nasıl biçileceği, beynindeki nöronların hangi
deneyimlerle ateşleneceği, bebeğin karşısındaki “öteki”nin
zihin yapısıyla doğrudan ilişkilidir.
Bebek, bakım verenin gözündeki sıcaklıkta, ses tonundaki
güven hissinde, dokunuşundaki ritimde kendi varoluşuna
dair ilk işaretleri bulur. Bu aynalanma süreci, beynin ayna
nöron sistemleri aracılığıyla işler; bebek, kendini önce
annenin yüzündeki ifadede, sonra sesindeki titreşimde, daha
sonra da tüm ilişki kalıplarında tanımaya başlar. Böylece
ruhsal bütünlüğün temelleri atılır. Tahir Özakkaş’ın da ifade
ettiği gibi: “Ruhsal bütünlük doğuştan getirilmez;
ilişkilerde inşa edilir.”
Yaşamın ilk 0–3 yılı, nörolojik bağlantıların olağanüstü bir
hızla kurulduğu, duygusal düzenleme mekanizmalarının
temellendiği kritik bir dönemdir. Bu dönemde bakım veren
ile kurulan sağlıklı ilişki, ileriki yıllarda empati kapasitesi
yüksek, duygusal farkındalığı gelişmiş, vicdan ve değer
sistemi sağlam bir yetişkinin ortaya çıkmasına zemin
hazırlar.
Freud’un tanımıyla “süper ego”nun yani içsel etik yapının
gelişimi özellikle bu dönemde başlar. Eğer 3 yaş sonrasında
bu gelişim kesintiye uğrarsa, bireyin yetişkinlikteki kişilik
örgütlenmesi de inişli çıkışlı olabilir. Bu durumda kişi,
duygusal boşluklar, tutarsızlıklar ve ilişki kurmada
güçlükler yaşayabilir. Çünkü bakım veren, çocuğun zihinsel
ve duygusal dünyasını tamamıyla inşa etme fırsatını
gerçekleştirememiştir.
Peki, erken dönemde yaşanan eksiklikler ruhsal bütünlüğün
oluşmasını tamamen engeller mi?
Elbette hayır. Nöropsikoloji bize insan beyninin hayat boyu
değişme ve yeniden yapılanma kapasitesine sahip olduğunu
gösteriyor. Sinaptik plastisite denen bu süreç sayesinde
birey, yeni ilişkiler kurarak, güvenli bağlanma deneyimleri
yaşayarak, kendini tanıyarak ve yeniden inşa ederek
gelişimini sürdürebilir. İnsan beyni, başka bir insan
beyninin varlığıyla iyileşmeye ve büyümeye programlıdır.
İnsan; insana, doğaya, hayvana, yani kâinatın bütün
unsurlarına temas ederek gelişen bir varlıktır. İlişki kurmak,
insanın sadece psikolojik bir ihtiyacı değil, aynı zamanda
biyolojik bir zorunluluğudur. Bu nedenle erken dönem
yaşantılar ne kadar zorlayıcı olursa olsun, birey sağlıklı
ilişkiler aracılığıyla kendi ruhsal bütünlüğünü yeniden
kurabilir, anlam dünyasını yeniden biçimlendirebilir.
Meleyke Mursaguliyeva

YORUMLAR