BİLGİDE KESİNLİK PROBLEMİ
Reklam
Reklam
Uğur Canbolat​

Uğur Canbolat​

ÇIKRIK

BİLGİDE KESİNLİK PROBLEMİ

22 Temmuz 2020 - 12:52

CAHİL cesur olur derler, doğrudur. Malumat sahibi olmayı kesin bilgi zannettiğim zamanlarımdı. Küçük bir topluluk içinde muhabbet ediyorduk. Sözü alıp bir yerlere taşımıştım. Üstelik uzunca olmuştu bu uçma eylemim. İçlerinde bilge bir şahsın olduğunu kanatlarım kesilip yere düştüğümde anlamıştım.

Konuya çok zarif yaklaşmış, bazı sorular sormuştu. Az evvel ahkâm kestiğim konuya ilişkin olan bu sorulara ne yazık ki cevap üretememiş âdete oturduğum yere yığılıp kalmıştım.
İlk soru şuydu: “Bu anlattığın hususun doğruluğuna ilişkin yeterli delilin var mı? Varsa bunlar nelerdir?”
Uzunca bir sessizlik…
O günden sonra “Bilgide kesinlik problemi”ni gündemime almış ve “Bu budur, şu şudur” netliğinde cümleler kurmaktan vazgeçmiştim.
Bildiklerimizi kesin bilgi şeklinde dondurduğumuz zaman kendimizi perdeliyoruz. Kendisi perdeli olan kişinin söyledikleri de elbette aynı akıbetten kurtulamıyor.
İlim perdeli olanı açmaktır diyebiliriz ama bu açılacak perdelerin bitmeyeceğini de kabul etmemiz gerekiyor.
Sahip olduğumuz bilgiyi tüm yönleriyle kuşatabilmemiz gerekiyor. Eskiler bu sebeple bilmenin aşamaları sayabileceğimiz kavramlar üretmişler. İhata, vukuf, marifet, rüsuh ve yakîn bunlardan bazıları.
Bizler çoğu defa öğrendiklerimizi idrake dönüştürüp tecrübe alanımıza çekerek uygulamak yerine “açıklamak” için kullanmayı tercih ediyoruz. Bunu da çevremizle sınırlı tuttuğumuzdan bu bilgiyi analiz etmekten uzak kalıyoruz.
Doğru bilgiye ulaşmak mevzusunda bir yöntemimiz yok. Hatta bunu düşünmüş bile değiliz. Maalesef.
Bu sebeple bildiklerimizi mutlak doğru, sarsılmaz ve değişmez gerçekler olarak kabul ediyoruz.
Varlığa, hayata ve hakikate dair doğru ve net bilgiye ulaşmak yerine tembellik hırkasına bürünüp bize ne anlatılırsa benimsiyoruz.
Böylece yine kendimizi perdeliyoruz. Zamanla yeni öğrendiğimiz bilgi bile sarsılabilirken cehaletimiz sarsılmayacak bir kıvama ulaşıyor.
Cehaletimizin ürettiği cesaret ile doğru bilgiye savaş açacak kadar ileri gittiğimiz çok oluyor. Bizim bellediklerimizden farklı şeyler söyleyenleri aşağılıyor, reddediyor, etiketliyor hatta ötekileştiriyoruz.
Bilgisizliğin kutsandığı bir noktaya geliyoruz böylece.
Kendimize bundan daha fazla zulüm edebilir miyiz, bilmiyorum.
Oysa zihnimizi berrak ve diri tutmanın yolu yeni ve doğru bilgiye her zaman açık tutmaktan geçiyor.
Yıllarca doğru kabul edip her yerde savunduğun fikirlerin yanlış olduğunu öğrendiğinde çöplük haline gelen zihnini boşaltmak hiç kolay olmuyor.
“Ben bilmem” zikrini burada hatırlamak gerekiyor sanırım.
O bilgeye kesin olan nedir dediğim vakit şöyle cevaplamıştı: “Kesin olan İlahi vahyin bilgisidir. Yani Allah’ın verdiği ve Fahr-i Kâinat Efendimizin açıkladığı bilgidir.”
Meseleyi burada bırakmayarak şu ilaveyi yapmayı da ihmal etmemişti: Doğru öğrendiğin takdirde…
Sıkıntı şurada ki; çoğumuz vahyin bilgisi diyerek anlamadan ve tam öğrenmeden aktarımda bulunuyor olmamız…
Oysa nice deneyimlerimiz oldu. Uzaktan doğru gördüğümüz ve dostluk halkası diyebileceğimiz “Selam dairemize” aldığımız nicelerinin kuzu postuna bürünmüş kurt olduklarını görmedik mi?
Yana yakıla birbiri için ölen nice sevgilinin çok kısa süreler içinde yollarını ayırması buna günlük yaşamımızdan bir delil değil mi?
İdol haline getirdiğimiz pek çok yazar, çizer, şair ve sanatçıyı yakından tanıdığımızda kendimize hayıflandığımız anlarımız olmadı mı hiç?
Uzaktan gördüklerimize yakından görmüş muamelesi yapmanın kabahati yine bizde, başkasında değil.
Aslında bu son örnekler o kadar da mühim değil, deneyimleyerek öğreniyor ve hükmümüzü değiştiriyoruz.
Esas sıkıntılı olan durum söyleyene güvenerek ya da kendi kısır araştırmamızı kâfi görerek kesin bilgi olarak inandıklarımızın ebedi hayatımızı tehlikeye atabilecek olmasını düşünmüyor oluşumuzdur.
Oysa bize öğütlenen, beşikten mezara kadar ilim öğrenmemizdir.
 
 

Bu yazı 33633 defa okunmuştur .