Reklam

KERBELA... Kenan GÜZEL yazdı...

Yazarımız Sn. Kenan GÜZEL bey 'in "KERBELA" başlıklı makalelerini siz değerli okurlarımızın ilgisine sunuyoruz...

KERBELA... Kenan GÜZEL yazdı...

Yazarımız Sn. Kenan GÜZEL bey 'in "KERBELA" başlıklı makalelerini siz değerli okurlarımızın ilgisine sunuyoruz...

KERBELA... Kenan GÜZEL yazdı...
08 Ağustos 2022 - 21:38



''Ey Küfe, sen nasıl bir şehirsin? Erkeklerin bizi öldürüyor, kadınların ise bize ağıt yakıyor? Peki bizi kimler öldürdü.''
İslam tarihinde siyasi bakımdan en büyük kırılma ve karışıklıklar Hz. Muaviye'nin, oğlu Yezid'i veliaht tayin etmesiyle başladı. Hiç bir yönden hilafete ehil olmayan, günlerini serkeşlikle geçiren bir nâdanın İslam dünyasının başına getirilmesi başta Peygamber ailesi olmak üzere Müslüman alemine büyük acılar yaşatmıştı. 
Aslında, Hz. Muaviye'nin böyle bir düşüncesi olmamasına rağmen, etrafındaki şakşakcıların sözlerine aldanarak böyle bir yola tevessül etmişti. Çünkü, Hz. Hasan’a da kendisinden sonra asla ailesinden birisini hilafet makamına getirmeyeceğine dair söz vermişti. Bu söze rağmen Yezid meselesini ilk aklına sokan ve Nebevi ırmağının kanla bulanmasına sebep olan Muğire b. Şu'be idi. Onun sadece bir amacı vardı o da, kendi siyasi geleceğini sağlamlaştırarak, hayallerini gerçekleştirmekti. 
 Hz. Muaviye, Muğire gibi umurgasızların sözüne aldanarak, oğlu Yezid'i hilafet makamına getirir. Bunu duyan Küfe halkı Yezid'in korkusuyla ne yapacağını şaşırır. Şehrin ileri gelenleri bir araya gelerek bu probleme bir çözüm bulmak, Yezid’in zulmünden kurtulmak için toplantı üzerine toplantılar yapmaya başlarlar. Bu istişarelerden çıkan sonuca göre kendilerine yardım edebilecek tek insanın Hz. Hüseyin (ra) olduğu kararına varırlar. Bunun üzerine Hz. Hüseyin'i Küfe’ye çağırıp ona biat etmek istiyorlardı. Hüseyin, cennet gençlerinden biri idi. Efendimizin o merhamet atmosferi içerisinde büyüdüğünden, Küfelilerin bu feryadına sessiz kalamayacaktı ama, ortada başka bir problem daha vardı. Küfe halkı aldıkları kararda samimi idiler ama, onların sicilleri bu konuda çok bozuktu. Hz. Ali (ra) ve Hz. Hasan'a da aynı şekilde söz vermelerine rağmen, onları da yarı yolda bırakarak sarayın yanında yer almışlardı. Çünkü, korkaklık ve döneklik onların genlerine işlemişti. 
Küfe'nin ileri gelenleri ilk planda Hz. Hüseyin'e mektuplar yazacak, daha önce babası ve ağabeyine yapılanlardan pişmanlık duyduklarını itiraf edeceklerdi. Yazdıkları bir mektupta; ''Ey ümmetin gözbebeği! Biz ne asi, ne mücrim kimselermişiz ki, Hz. Ali ve Hasan’a yardımda kusur ettik, kıymetlerini bilemedik, yüzümüz siyah kalbimiz yaralandı. İsyanımız bize ne acılar çektiriyor! Yezid’in mihnet yükü altında eziliyoruz. Ey değerli kişi! Suçumuzu kabul ediyor affını bekliyoruz. Merhamet ve inayet eyle ve bizi me’yus ve ümitsiz bırakma.'' diyerek, Hz. Hüseyin'den yardım istiyorlardı.
Rivayetlere göre Küfeliler bu mektup işini o kadar abartmışlardı ki, yazılan mektuplar çuvallarla taşınıyordu. Bir vefa insanı olan Hz. Hüseyin (ra) bu mektupları okuyup okuyup ağlıyor, adeta Küfe halkının acısını içinde yaşıyordu. İçinden bir ses her ne pahasına olursa olsun, geçmişi unutup bu mazlumların imdadına koşmasını söylüyordu. Haberi alan yakınları Hz. Hüseyin'in yanına koşuyor, onun bu insanların sözlerine güvenip Küfe'ye gitmesine engel olmaya çalışıyorlardı. Geçmişte yaşananlar ortadayken ve her zaman menfaatlerinin peşinden koşan, kolayca verdikleri sözü unutabilen bu sicili bozuk insanların sözüne güvenmemesini istiyorlardı. 
En yakınları bile; ''Yapma Hüseyin, gitme Hüseyin, babanı ve kardeşini de aynı şekilde çağırıp onu da yarı yolda yalnız bırakmadılar mı? Sana da aynısını yapmayacaklarını nereden biliyorsun?'' dediyseler de o, eskiyi unutup mazlumların imdadına koşma taraftarıydı. 
Evet, Hz. Hasan ve Hüseyin kardeşler, diğer Mekkeli gençlerden çok farklı bir kişiliğe sahiplerdi. Doğduklarında isimleri Cafer ve Hamza koyulmasına rağmen, Cebrail (as) ile gelen bir vahiy ile Efendimiz (sav) tarafından Hasan ve Hüseyin olarak değiştirilmiş ve cennetin gülleri olarak nitelendirilmişlerdi. Bundan dolayıdır ki onlar, sıradan bir genç olmayacak, onun soyundan gelen büyük imamlar kıyamete kadar insanlığın kurtarıcıları olarak nerede bir inilti bir feryat varsa onların imdadına koşacaklardı. 
Yapılan istişareler sonucu Hz. Hüseyin, kendisini ısrarla Küfe'ye çağıranlara bir mektup yazarak, konuyu araştırmak için amcasının oğlu Müslim b. Akil’i Küfe'ye göndereceğini, onun hazırlayacağı rapor neticesinde bir karar vereceğini bildirir. Müslim kısa bir zaman zarfında Küfe'ye ulaşır ve büyük bir gizlilikle araştırmalarına başlar. Küfe halkının akın akın biada geldiklerini, hakikaten durumlarının mektupta yazdıkları gibi perişan olduğunu bir rapor ile Hz. Hüseyin'e bildirir. Akil, raporda ayrıca onun Küfe'ye gelmesinin yerinde bir karar olacağını da ilave eder. Evet, amca oğlunun verdiği bu rapor Hz. Hüseyn'in içini rahatlatmış, düşüncelerinde haklı olduğunu ortaya koymuştu. 

Fitnenin Fitili Ateşleniyor
Bu arada Hz. Hüseyin'in Küfe’ye biad almak için elçi gönderdiği haberi Şam’a çoktan ulaşmıştı. Küfe'de Müslim'in bulunduğu eve insanların gruplar halinde girip çıkmaları etraftan bazılarını  rahatsız etmiş olacak ki, şer davulcuları çoktan tokmaklarını davullarına vurmaya başlamış,  haberi saraya ulaştırmışlardı.

Küfe valisi Numan bin Beşir, çok mülayım ve sertlik taraftarı olmayan bir insandı. Müslim ve ona destek verenlere hemen ceza vermek istemedi. Çünkü Ehli Beyt'e zulüm yapamazdı. Bir hutbe vererek onları ikaz eder ve başlarına gelebilecek hadiseler hakkında kibar bir şekilde uyarılarda bulunur. Ama Ehli Beyt'e ayrı bir kin besleyen Beni Ümeyye'den (Emevi sülalesi) bazı insanlar bu hutbeden tatmin olmamış olacaklardı ki, bu defa mülayım davrandığı için Küfe valisini Yezid'e şikayet ederler. Bu şikayet üzerine Yezid, Küfe valiliğine kendisi gibi düşünen ve bütün Yezidi sıfatları üzerinde taşıyan Ubeydüllah b. Ziyad'ı tayın eder.  İbni Ziyad'ın ilk işi Hz. Hüseyin adına Küfe'ye gelen amcasının oğlu Müslim b. Akil'i bulup öldürmek olur. Çünkü emir böyleydi ve onlara asla acınmayacak, Yezid'e biad etmezlerse öldürüleceklerdi. 

Kısa bir zaman sonra Müslim'i himaye eden ev sahibi samimi bir Müslüman olan Hâni, valiliğe çağrılarak, yardım ve yataklıktan başına nelerin gelebileceği konusunda uyarılır. Ama o, ne pahasına olursa olsun Müslim'i teslim ederek Ehli Beyt'e ihanet etmeyeceğini söyler. Ama bu konuda saray çok acımasız davranır. Halka gözdağı vermek için Hâni oracıkta gözaltına alınarak hapsedilir. Bunun üzerine halk, Müslim bin Akil'i de yanlarına alarak valilik binasını  kuşatır ve Hâni'nin kendilerine verilmesini isteyerek Hz. Hüseyin lehinde tezahürat yapmaya başlarlar. Bu tezahüratlar bardağı taşıran son damla olur. Derhal bu kuşatmanın kaldırılmasını isteyen vali, dağılmayanlar hakkında çok ağır yaptırımlar uygulanacağını ilan edince, Hz. Hüseyin'e sahip çıkacaklarına söz veren Küfeliler, Müslim'i oracıkta tek başına bırakarak sokak aralarında kaybolurlar.
 
Evet, Hz. Hüseyin'in elçisini saray canavarlarının ortasına bırakıp, oracıktan kaybolmuşlardı. Ortada kalan Müslim, saray askerleri tarafından yakalanıp hapsedilir. Küfe halkı yine karakterlerini ortaya koymuş, yine fıtratlarının gereğini yerine getirmişlerdi. Saraydan gelen emir, Hâni ve Müslim'in derhal idam edilmesiydi. Gelen emir üzerine bu iki insan idam edilerek başları Emevi sarayında oturan Yezid’e hediye olarak gönderilir. Müslim şehit edilirken; ''Kendisine önce destek verir gibi görünüp sonra da onu ortada bırakıp kaçarak düşmana teslim eden Küfelileri Yüce Allah’a havale eder.''
 Hz. Hüseyin, Küfelilerin yine kendine yakışanı yaptıklarından şimdilik haberi yoktu. Çünkü bu olaylar raporun kendisine ulaşmasından sonra meydana geliyordu. O, hala Müslim’in raporu doğrultusunda hareket ederek, dönüşü cennete varacak olan bir yolculuğa çıkıyordu. 
Dönüşü Olmayan Yolculuk
Cennetin nadide gülü, Efendisi, insanlığın iftihar tablosunun son goncası Hz. Hüseyin (ra), sonu cennete varacak bir yolculuğa çıkıyordu. Onun bu yolculuğu saray tarafından hoş karşılanmamış, Küfe bütün birimleriyle Ehli Beyt'e karşı adeta teyakkuza geçmişti. 
Küfe yolunda karşılaştığı Arapların meşhur şairi Ferazdak, Ona Küfelilerin gerçek yüzlerini bir kez daha hatırlatarak ‘’ Üzülerek belirteyim ki, Küfelilerin kalpleri seninle ama, kılıçları Ümeyye oğulları (Emevi sülalesi) iledir. Ancak takdir Allah'tandır. O, dilediğini yapar.'' diyerek, Hz. Hüseyin'in Küfe'ye gitmemesini ister.
Yezid, Hz. Hüseyin'in gelişine engel olmak için büyük bir ordu hazırlığına başlar. Bu da yetmiyormuş gibi, Hür b. Yezid komutasında ayrı bir birliğe de o orduyu takip etme görevini verir. Hz. Hüseyin, Rumme vadisine geldiğinde Küfelileri haberdar etmek için bu defa Kays b. Müshir'i bir mektupla Küfe'ye gönderir. Kays b. Müshir de yakalanarak valiye teslim edilir. Halkın önünde Hz. Hüseyin'e hakaret etmesi istenir ama o, tam aksini yapınca o da şehit edilir.
Küfe adeta kaynıyordu. Bütün kılıçlar hayıfla bilenmiş, Ehli Beyt'e karşı korkunç bir eylem için hazırlanıyordu. Yolu yarılayan Hz. Hüseyin (ra), Müslim b. Akil ve onu evinde himaye eden Hâni b. Urve’nin ölüm haberiyle adeta yıkılır ama, asla geri dönmeyi düşünmez. Durumun vehametini anlayan Hz. Hüseyin, yanında bulunan Ehli Beyt fertlerinin buradan geri dönmesini ister. Ama onlar ,bu yola beraber çıktıklarını ve Küfeliler gibi onu yarı yolda bırakmayacaklarını söyleyerek geri dönmek istemediklerini bildirdiler. Evet, onlar doğru olanı yapıyorlardı. Yolda bırakmak, ancak Küfelilere has bir özellikti ve asla Ehl-i Beyt'e yakışmazdı. 
Hz. Hüsyin (ra), hâla Küfeliler hakkında olumsuz düşünmüyor, bir umut için düşüncesini diri tutmaya çalışıyordu. Ama, bir yolunu bulup Küfe ile bir bağlantı kurması gerekiyordu. Bu defa Küfelilerle irtibat kurmak ve bilgi almak için süt kardeşi Abdullah'ı Küfe’ye gönderir ama, onun da akibeti diğerlerinden farklı olmayacak ve boynu vurularak o da şehit edilecekti.
Onlara Su Bile yok
Takvimler 2 Muharrem 680 yılını gösterirken Küfe valisi İbni Ziyad, Hz. Hüseyin'in su ve yiyecek temininde zorlanacağı bir yerde kuşatılmasını emreder. Evet, onlara su bile verilmeyecek, Kerbela çöllerinde aç ve susuz bırakılarak Yezid'e biat etmeye zorlanacaklardı. Hz. Hüseyin; ''Bu insanların zoru benimle. Ne olur siz dönün.'' diye yanındakilerini bir kez daha ikaz etse de onlar: ''Peygamber Gülünü'' orada yalnız bırakıp gitmeye asla razı olmayacaklardı. 
Hz. Hüseyin (ra) Rumme vadisinde ilk molasını verirken, Yezid tarafından gönderilen ordu komutanı Hürr bin Yezid ve askerleri tarafından adım adım takip ediliyordu. 
Kardeşi, Kardeşe Düşman Ettiler
Kerbela'da Hz. Hüseyin (ra)'in kuşatılarak öldürülmesi görevi, Emevi ordusunda yüksek rütbeli bir subay olan ve cennetle müjdelenen sahabelerden Sa’d b. Ebi Vakkas'ın oğlu Ömer Bin Sad'a veriliyordu. Babası cennetle müjdelenmiş bir insanın oğlu, nasıl olur da Peygamberin torununa kılıç çekecekti. 
Bu görevlendirmenin akabinde Ömer, bir gün mühlet isteyerek o gece yakınlarıyla istişare eder. Çıkan karar da; '' Şayet Hüseyin’e karşı yürürsen, mahşer gününde bunun hesabını veremezsin'' olmuştu. Kız kardeşinin oğlu Hamza; ''Dayıcığım, Allah için, sakın Hüseyin’in üzerine gitmeyesin. Şayet gidersen büyük günahlara girmiş bizimle de akrabalık bağını koparmış olursun.'' diyordu.
Kazanma Kuşağında Kaybetme
Vali İbni Ziyad'ın planları bitmek tükenmek bilmiyordu. Bu defa; ''Bak kendi yakınları bile Hz. Hüseyin’e karşı çıkıyor, onun haksız olduğunu düşünüyor.'' algısını oluşturmak için, Ömer bin Sad'ı Hz. Hüseyin'i öldürmek için ordu komutanı olarak görevlendiriyordu. Ayrıca, bunu yaparak ona, aile yapısı ve kişiliği ile bağdaşmayan bir ihaneti de yüklemiş oluyordu. )bk.Hüseyin Algül, Kerbela, Ensar neş. s.123) 
Dünyalık mal-mülk, makam- mansıp nasıl olduysa Ömer b. Sad'ın da başını döndürmüştü. Kızkardeşinin oğlu Hamza;   ''Dayıcığım!  Allah adına senden şunu istiyorum: Sakın Hüseyin'in üzerine gitmeyesin. Allah’a yemin ederim ki dünyayı, malı-mülkü ve dünya makam ve mevkilerini terketmek senin için Allah’ın huzuruna Hüseyin’in kanıyla çıkmaktan daha hayırlıdır.''  ( Taberi, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülük, c.4, 233) diyerek onu ikna etmeye  çalışıyordu.
Ömer b. Sa'd tekrar validen izin istese de, İbni Ziyad; '' Rey valiliğini istiyorsan Önce Hüseyin meselesi halletmelisin'' şartını öne sürüyordu. Ve öyle de oldu. Dünyalık makam-mansıp Ömer bin Sa'd'ın başını döndürmeye yetmişti. 
 Takvimler 680 tarihini gösterirken ordu Kerbela'ya ulaşır. Ömer, zora başvurmadan Hz. Hüseyin'i biat ettirerek bu işi sorunsuz halletmek için adeta Hüseyin'e yalvarır ve Yezid'e biat etmesini ister. Ama İbni Ziyad'ın, bir ajan gibi komutan yardımcılığı görevine getirdiği Şimir, her olayı anında valiye bildirdiğinden Ömer'e rahat hareket etme alanı bırakmıyordu. 
Ömer, validen gizli olarak Hz. Hüseyin'e; ''Hicaz’a (Mekke ve Medine)  dönmesine izin verilmesi. Şam’a gidip Yezidle görüşmesinin sağlanması. Bir sınır şehrine giderek, İslam için ölünceye kadar cihat etme fırsatı verilmesi'' teklifinde bulunur. 
Bu şartlara uyması halinde onun geri dönmesine göz yumacağına söz verir. Ömer aslında Hz. Hüseyin'e kılıç çekme tararftarı değildi. Fakat ordudaki Yezid hayranı Şimir gibi fitnebazlar Hz. Hüseyin ile Ömer'in karargahta gizli gizli görüştüklerini ve kendi aralarında planlar yaptıklarını Ziyad'a bildirince, vali komutanına şu emri verir.
''Hiç bir zaman Hüseyin lehinde şefaatte bulunmayacak ona ve adamlarına mühlet vermeyecek, onlara acımayacaksın. Derhal onların biadlarını alacak, biad vermeye yanaşmazlarsa, hepsini öldüreceksin...'' (Taberi, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülük, c.8, 175)
 Böylelikle Hz. Hüseyin'in ölüm emri Küfe valisi Ubeydullah b. Ziyad (İbni Ziyad) tarafından verilmiş oluyordu. Ömer bin Sad'ın önünde iki yol kalıyordu. Ya makam-mansıbı elinin tersiyle bir kenara itecek ya da Peygamber torununa, cennet gençlerinin efendisine kılıç kaldıracaktı. Ne acıdır ki, burada siyasi hırsı ağır basacak, kıyamete kadar Müslümanların ciğerini yakacak olan Kerbela olayının baş aktörü olarak tarihe geçecekti. 
Ağla Karanfil Ağla
Takvimler 9 Muharrem 680 tarihini gösteriyordu. Ömer Bin Sa'd yeni gelen bu haberi vermek için bir kaç askeriyle Hz. Hüseyin'e doğru ilerliyordu. Bu esnada Hz. Hüseyin ellerini kılıcının kabzasına koyarak, başı diz kabaklarına değecek şekilde bir hilal gibi çadırın önünde kıpırdanmadan duruyordu. Susuzluktan dudakları lime lime çatlamış, bakışları adeta bulanmıştı. 
Atlıların kendine doğru geldiğini gören kız kardeşi Zeynep ona seslendi ama o, adeta dünya ile bağlarını koparmış, gökler ötesi alemle irtibata geçmiş gibiydi. Bazı kaynaklara göre onun hilal gibi bükülmesi dedesine karşı olan saygısındandı. Dedesini görünce saygıdan adeta hilal şeklini alırdı. Onun duruşu oradakilere acaba, yakaza halinde dedesiyle mi görüşüyor, hissini veriyordu. 
Evet, zayıf olsa da bazı kaynaklar burada yakaza halinde dedesi (sav) görüştüğünü nakleder. Dedesi adeta; '' Gel Hüseynim, gözümün nuru. Yeter artık, sana daha fazla eziyet vermelerine dayanamıyorum. Öptüğüm o dudaklar kurumuş lime lime olmuş, okşadığım o baş birazdan kanlar içerisinde kalacak. Buna dayanamam '' diyordu. 
Zeynep olayın farkındaydı ve kardeşinin şehit edileceğini anlamış feryatları yeri göğü inletiyordu. Ömer, bu kamet karşısında kendinden geçmiş, bu cennet gülünün solmuş, adeta kurumuş benzi rikkatine dokunmuştu. Aralarında geçen kısa bir konuşma dan sonra Hz. Hüseyin, kendisine bir gece daha izin verilmesini ister. Yani 9 Muharrem'i 10 Muharrem'e bağlayan gece için izin istiyordu. Kur'an okuyup ibadetle meşgul olacaktı. Validen gelen olumsuz emre rağmen, Ömer bin Sa'd onun bu isteğini kabul ediyordu. Ey Ömer! Bir makam uğruna kainatın Efendisinin bu nadide gülüne kıymaya değer miydi?
Bu arada Kerbela’ya kadar Hz. Hüseyin’i takip etmekle görevli ordunun komutanı Hürr Bin Yezid, artık Ehli Beyt'e yapılan bu haksızlığa dayanamaz ve Ömer bin Sad'a gelerek, Hz. Hüseyin ile savaşıp savaşmayacağını sorar. Ömer, gönlü razı olmasa da, aldığı emri uygulamak zorunda olduğu için savaşacağını söyleyince Hürr, Ömer'e dönerek; '' Allah’a yemin ederim ki, kendi canımı cehenneme atacak değilim. Elbette ki cenneti tercih ediyorum. Ey Küfeliler! Siz Hüseyin’i davet ettiniz, uğrunda canımızı feda ederiz dediniz, şimdi ise elleriniz silahlarınıza uzanmış, onu öldürmekten bahsediyorsunuz…'' diyerek, bir grup arkadaşıyla birlikte ölümü seçerek, Hz. Hüseyin’in saflarına katılır.
Ehli Beyt artık muhasaraya alınmış, çoluk çocuk adeta susuzluktan çatlayacak hale gelmişti. Ne olur bir bardak su, su diye inliyorlardı. Ama fırat nehri ile aralarına etten bir duvar oluşturan Amr b. Haccac'ın birlikleri su içmelerine izin vermiyordu. Bir arslan misali Hürr öne atılırak; '' Hz Muhammed (sav)’in torunlarına ne fena davranıyorsunuz. Onu ve beraberindekileri Fırat’ın akan suyundan mahrum bırakıyorsunuz. Halbuki o sudan her dinden insan yararlanmakta ve bu bölgede yaşayan her canlı ondan su içmektedir. Eğer tevbe edip bu halden vazgeçmezseniz, bir damla suya muhtaç kalacak ve mahşer gününde Allah (cc) size bir damla su vermeyecektir.'' (Taberi Tarihi, c.5, s.422) diye haykırır. 
Kerbela Kan Ağlıyor 
Takvimler 10 Muharrem 61 ( H. 680) tarihini gösteriyordu.  Ömer b. Sa'd, ordusuna sabah namazını müteakiben savaş konumunu almasını emrini verir. Bu arada Hz.Hüseyin (ra) basiretini kaybetmiş mala-mülke, makam-mansıba aldanmış bu insanlara seslenerek; ''Bütün bunları göz ardı etseniz bile benim, Peygamberin kızının oğlu olduğuma da şüpheniz mi var? Sonra Küfelilere dönerek; ''Bu kaçıncı döneklik. Siz bana mektup göndermediniz mi? Babama, ağabeyime yaptıklarımızdan pişman olduk diyerek benden yardım istemediniz mi? '' der.
Bu sözlerin ardından kanlı Kerbela savaşı, 10 Muharrem 61 tarihinde karşı tarafın ok atmasıyla fiilen başlamış oldu. Hz. Hüseyin'in etrafındaki çember sürekli daralıyordu. Sıcağın beyinleri kaynattığı bu günde Hz. Hüseyin'in ve taraftarlarının susuzluktan kollarını kaldıracak takatleri bile kalmamıştı. Bir can havliyle Fırat'a doğru koşmaya başlarlar ama, karşılarına etten bir duvar çıkar. Çünkü sarayın talimatı böyleydi. Bu arada atılan bir ok Hz. Hüseyin (ra)'in ağzına isabet eder. Adeta o susuzluktan çatlayan mübarek dilinden çeşmeden boşalırcasına kanlar akmaya başlar. 

Karşı taraf tam gücüyle üzerlerine gelirken, ailesini korumak için bu defa da geri dönmek isterken atılan bir ok daha vardı ki, bu defa boğazına saplanır ve gırtlağını parçalar. Bu nasıl bir kindir, bu nasıl bir nefrettir Allah'ım, anlamak mümkün değildi. O bedene ok saplayanlar, acaba mahşerde o bedene bir dikenin batmasına bile gönlü razı olmayan Peygamber (sav)'in yüzüne nasıl bakacaklar? Ondan nasıl şefaat dilenecekler? Ama Yezid askerlerinin bunu düşünecek halleri yoktu. Aç kurtlar gibi saldırıyor, Peygamber ailesini adeta kılıçtan geçiriyorlardı. 
Hz. Hüseyin'in uyarılarına aldırış etmeyenler, onu attıkları oklarıyla delik-deşik ediyordu. Cübbesiyle, kınalı sakalıyla ve başındaki sarığı ile yaralı bir ceylan gibi yere düşünce, aç kurtlar gibi onun üzerine uçuşanlar, yardım için onu Küfe’ye çağırıp; '' ... bizi Yezid’in zulmünden kurtar.'' diyen, dönek Küfelilerden başkası değildi. 
Hz.Hüseyin yere düşünce, sarayın emri üzere başının kesilmesi istenir. Peygamberin öpüp kokladığı bu başa kimler kılıç sallayacaktı acaba. Bazı askerler bunu kabul etmedi. O başa kılıç sallamak kendi eliyle cehenneme girmek demekti. Sonun da başı bir asker tarafından kesilerek komutana verilir. Rivayetlere göre vücudunda 33 mızrak yarası, 34 kılıç darbesi vardı. Ok yaraları sayılamayacak kadar çoktu.
Hz. Hüseyin'in başı bedeninden ayrıldıktan sonra, onu Küfeye çağıran dönekler tarafından ayakkabıları, elbiseleri, sarığı ve cübbesi yağmalanır. Bazı kaynaklara göre Küfeli birkaç süvari tarafından bütün elbiseleri soyulur ve bedeni atların ayakları altında tanınmayacak hale getirilinceye kadar çiğnenir. (bk. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.7, s.190-191) Daha sonra ölenlerin tamamının başı kesilerek savaş ganimeti olarak saraydaki Yezid'e gönderilir.
Yaşamadan Ölmek Yok 
Hz. Hüseyin meselesi belki şimdilik bitmişti ama, bunu ona reva görenler asla huzur bulamayacak, yaşattıklarını yaşamadan ölmeyeceklerdi. O geceden sonra Yezid başta olmak üzere, Hz. Hüseyin'e kıyanların hiç birinin gözü rahat bir uyku görmedi. Yezid kendi atıyla çıktığı bir kır gezisinde, atının şahlanmasıyla üzengiye takılan ayağı attan düşmesine mani oldu. Yerlerde sürüklenerek kafası taşlara vura vura parçalanarak can verdi. 
Ömer b. Sa'd, o günden sonra huzur bulamadığı Küfe'den kaçarak gittiği Basra’da yakayı ele verirken, kafası kesilerek öldürüldü ve cesedi yakıldı. 
İbni Ziyad, bir şavaşta yenilerek kafası kesilerek öldürüldü. Şimir, kafası kesilerek köpeklere yedirildi. Kerbela'da Ehli Beyt'in suya ulaşmasına engel olan Ammar b. Haccac ise, mecnun olup çöllere düştü  ve yolunu kaybederek susuzluktan çatlayarak öldü. 
Evet, zalimler yaptıklarının misli ile cezalandırılmış, yaşattıklarını yaşayarak ölmüşlerdi. Bu, Rabb'imizin ilahi ve değişmez bir kanunudur.  Bu hep böyle süregeldi ve bundan sonra da böyle davam edecekti. Kim, ne yaşattıysa, mislini yaşamadan bu dünyadan göçemeyecekti.
Bugün bu katliamın işlendiği Orta Doğu coğrafyasında hâla huzur ve güven aranıyor ama, o huzur ve güven bir türlü bulunamıyordu. Çünkü Peygamber ehline yapılan bu zulümler, susuzluktan çatlayan sinelerin ahu eninleri, hâla Orta Doğu semâsının hava zerreciklerinde adeta inliyor, kanlarının düştüğü o topraklar adeta kan ağlıyordu. ''Ey dinsiz müminler! Ey imansız dindarlar! Cuma kılmamıza bile müsaade etmediniz. Duyduğunda, arşın bile titrediği susuz kalan çocuklarımızın ve kadınlarımızın inleyişleri, bu toprakların ateşi olsun ve kıyamete kadar toprağınızdaki bu ateş sönmesin.'' diyen Hz. Hüseyin'in bu haykırışı, Orta Doğu topraklarına uzun süre huzurun ve barışın gelmeyeceğini haykırıyordu. 
Evet, hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyordu. Yürekleri parçalayan, gözlerde yaş bırakmayan bu olay, İslam tarihine Kerbela olarak geçiyordu. Binlerce insanın iştirak ettiği bu olayda bütün isimler unutulmuş, akıllarda ismiyle, zalimliği ve zulmüyle sadece Yezid; yiğitliği, cesareti, merhameti sadakati ve vefası ile de sadece Hz. Hüseyin (ra) kalmıştı. Biri saygıyla, diğeri ise nefretle yâd ediliyordu.
'' Kardeşlerinin gönlünde sana ait kin varsa, kuyuda kalman daha iyidir. Allah, kardeşlerinin kininden korumak için Yusuf'u kuyuya attırdı.'' ( Mesnevi'den)
Selam olsun dünyanın dört bir tarafındaki Hüseyinlere, Hasanlara ve Alilere. Veylolsun Yezidlere ve Yezid ruhlu, Küfe karakterli günümüz faşistlerine. 


Kenan GÜZEL
Eğitimci-Yazar
 

Bu haber 1724 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum