Reklam

TOPRAĞINDA VEYA TOPRAĞINI TERK EDEREK İŞÇİLEŞME

İnsanlığı besleyerek bugünlere gelmesini sağlayan, atalarından kalan tohumları ıslah ederek ve bilgiyi geliştirerek bugünlere taşıyan geleneksel çiftçilik yok edilmeye çalışılıyor.

TOPRAĞINDA VEYA TOPRAĞINI TERK EDEREK İŞÇİLEŞME

İnsanlığı besleyerek bugünlere gelmesini sağlayan, atalarından kalan tohumları ıslah ederek ve bilgiyi geliştirerek bugünlere taşıyan geleneksel çiftçilik yok edilmeye çalışılıyor.

TOPRAĞINDA VEYA TOPRAĞINI TERK EDEREK İŞÇİLEŞME
31 Mart 2021 - 10:10


Aile tarımı yapan çiftçiler, tarım ve gıdayı bütünüyle kontrollerine almaya çalışan küresel şirketlerin önünde bir engel teşkil ettiği ve onların istedikleri gibi yönlendirilme şansı olmadığı düşünülüyor.
Korkuları, elinde sadece tohumu olan bir çiftçinin, bütün girdilerini tarımın içinden sağlayarak üretebilme ve şirketler karşısında direnebilme gücüdür.
Onun için, endüstriyel tarımı dayatanların başlangıçtan itibaren hedefleri hep aynıdır; çiftçileri kendi tercihlerinden, kendi üretim tarzlarından vazgeçirmek.
1960’larda yaşanan “yeşil devrim”le beraber, hibrit tohumların geliştirilmesi, bu tohumların ertesi yıl aynı verimi vermediği için çiftçilerin her yıl yeniden tohum almak zorunda bırakılması, GDO’lu tohumların geliştirilmesi, tohumların patentlenmesi, sertifikalandırılması, tohumculuk yasalarıyla yerel tohumların engellenmesi hep bu nedenledir.
Israrla geleneksel üretimlerini sürdüren çiftçilerin önüne ise zorluklar çıkarılmakta, destekleme dışı bırakılmakta, pazara erişimleri zorlaştırılmakta, engellenmektedir.
2. Paylaşım Savaşı sonrası hegemonik bir güç gelen ABD’nin öncülüğünde endüstriyel tarım dayatılarak yaygınlaştırıldı.
Yoğun girdi, teknoloji ve yüksek enerji gerektiren, pahalı bir üretim tarzı olan endüstriyel tarımın uygulanabilmesi ve yaygınlaştırılabilmesi için korumacı, köylüyü ve çiftçiyi destekleyici politikalara ihtiyaç duyuldu.
Ülkelere tarımsal yapılarını endüstriyel tarımı destekleyecek biçimde oluşturmaları dayatıldı.
Ta ki, neoliberal politikaların uygulanmaya başlanmasına kadar.
Endüstriyel tarımın sürdürülebilmesi ve yaygınlaştırabilmesi için ülkelere dayatılan tarımsal yapılar yine onların isteğiyle dağıtıldı ve tarımdan devletin çekilmesi, tarımın şirketleştirilmesi istendi. Bunun için emperyalizmin araçları ise yine aynıdır: IMF, DB ve DTÖ.
Ülkemizde de 1980’den itibaren uygulanan neoliberal politikalar sonucu devlet tarımdan çekilmiş, alınan her karar tarımın şirketleştirilmesi yönünde ve küçük çiftçiler aleyhine olmuştur.
Çiftçiler yüksek oranda girdi ve enerji kullanmak zorunda bırakılmışlar, ürettiği ürünleri değerinde satamayan, pazar sorunu yaşayan çiftçilerin önünde şirketlerin istediği biçimde üretim yapmaktan başka seçenek bırakılmayarak “sözleşmeli üreticilikle” şirketlere bağlanmalarının yolu açılmıştır.
Üretim yapabilmek için çokuluslu bir şirket veya yerli ortağıyla sözleşme imzalayan bir çiftçinin toprağa ve üretim araçlarına sahip olmasının bir anlamı kalmamıştır.
Tarlasına hangi ürünü veya ürün çeşidini ekeceğinin kararı bile artık kendisinin değildir. Tohumu, kimyasal gübreleri, zirai zehirleri şirketlerden aldığı gibi onları nasıl, ne zaman, ne kadar kullanacağına da şirketler karar vermektedir.
Çiftçilik bilgileri değersizleştirilmiş, emekleri üzerindeki denetimlerini kaybetmiş olan çiftçilerin emek harcayarak elde ettiği ürünleri de kendilerine yabancılaşmış durumdadır.
Ortaya çıkan yeni çiftçi tipi ise tohumunu bile kaybetmiş, kendi toprağında işçileşen/ marabalaşan çiftçidir.
Üreterek kazanamadıkları yetmiyormuşçasına, çiftçilerin tarım arazileri, suları, çevreleri maden, enerji ve inşaat şirketlerine açılarak tahrip edilmektedir.
Topraklarını, mesleklerini kaybeden çiftçiler, kentlerin yeni yoksulları, işsizleri veya en ağır işlerde güvencesiz çalışmak zorunda kalan işçileridir.
Yaşadığım kent Soma bütün bu anlatılanların acı bir örneğidir.
2001 yılında Tütün Yasası çıkmış, TEKEL devre dışı bırakılmış tütün ve tütüncülüğümüz küresel tütün kartellerinin insafına terk edilmiş, tütün üretiminde sözleşmeli üretim dönemi başlamıştı.
Küresel dev sigara şirketleri adına alıcı firmalar örgütsüz köylülerle sözleşme yapmaya başlamıştı. Böylelikle üreticiler ürettikleri tütünün masrafını dahi karşılayamaz durumuna düştüler.
Tütüncüler kazanamadıkları gibi her yıl daha çok borçlanıyorlardı. Kıraç toprakların ürünü olan tütünün alternatifi de yoktu.
Soma ve çevresindeki tütün üretim bölgelerinde, tütüncülerin sayısı hızla düştü. 2002 yılı madenciliğin kamunun elinden çıktığı özelleştirmelerin hızlandığı dönemdi.
Toprağında kazanamayan tütüncülerin önünde hiç bilmedikleri madenlere girmekten başka çare kalmamıştı.
Madenlerde de kırsalın dayıbaşı sistemi kurulmuş “hadi, hadi” diyerek baskı altında çalışmak zorunda kalmışlardı.
Örgütlü mücadele geleneğinden gelmiyorlardı. Sendika ise patrondan yanaydı. Göz göre göre, 13 Mayıs 2014 de, 301 madencinin katliamı yaşandı, kırsaldan koparılanlar yer altında kalmıştı.
Hemen sonra Soma’nın Yırca köyünde Kolin termik santral yapmak istemiş, direnişle karşılamıştı. Kolin 6600 ağacı katletmesine rağmen santrali oraya yapamadı.
Kolin bu kez Soma’nın Kayrakaltı köyünün topraklarını satın aldı. Tütüncülükten para kazanamayan köylüler topraklarını satmıştı, santralde iş bulacaklarını düşünmüşlerdi. Köylülerin bir bölümü bugün pişman olmuş durumda ama iş işten geçmişti.
Sonuç olarak: Şirketlerin gıda sistemi, çiftçileri sözleşmelerle kendine bağlayıp toprağında işçileştirirken, büyük bir bölümünü üretemez duruma düşürüp toprağını terk ettirerek işçileştiriyor.
Sadece ülkeleri değil, tek tek bireyleri gıdaya bağlı hale getirecek, onları teslim alacak bir süreci işletiyor. Kırsal alanı boşaltarak ekosistemleri koruyacak özneleri yok ediyor. Dayattığı üretim tarzıyla yeni salgınları hazırlıyor, gıda krizini tetikliyor.
Çözümü ise, şirketlerin gıda sistemi karşısında, köylülerin ve küçük çiftçilerin kendi topraklarında yerel tohumlarıyla, doğayla dost, sağlıklı gıdalar üretmesini, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşmasını sağlayacak halkın gıda sistemini, yani gıda egemenliğini inşa etmektir.
Ekosistemleri korumanın, gezegeni soğutmanın, yeni salgınları engellemenin başkaca yolu da yoktur. Pandeminin insanlığa verdiği ders de budur.
ALİ BÜLENT ERDEM

Bu haber 893 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum