GÖZÜ YAŞLI İHTİYAR
Reklam
Kenan Güzel

Kenan Güzel

[email protected]

GÖZÜ YAŞLI İHTİYAR

21 Ocak 2024 - 10:13

İhtiyar Delikanlı

Her sabah olduğu gibi aynı güzergahı takip ederek işime gidiyordum. Yazın o pırıl pırıl havası ve denizden gelen yüzleri bir kadife misali okşayan sabah yeli yüreğime ayrı bir mutluluk, hayat enerjime ayrı bir canlılık veriyordu. İş yerim yürüme mesafesinde olsa da, sarıçay kenarından yürümek bana çok iyi geliyordu. Bir taraftan kendime ait virdimi yaparken, diğer taraftan da parkta spor yapan, banklarda oturup hayat muhasebesini yapan insanları seyrediyordum. İşte bu yüzden dolayıdır ki, sabahın erken saatlerinde sarıçay kenarındaki banklarda oturup temiz havanın tadını çıkaranların simalarına adeta aşına olmuştum. Onlar beni fark etmeseler de ben onların çoğunu çehrelerinden tanıyordum. Selam verip selamımı alanlar olsa da, selam verdiğim halde beni duymamazlıktan gelenler de olmuyor değildi.
 
Bugün, diğer günlerden farklı bir yaşlı takıldı gözüme. Bu yaşlı amcaya daha önceleri buralarda hiç rastlamamıştım. Alnını asasına dayayarak derin düşüncelere dalmış, gözlerini çayın karşı tarafındaki insanlara yaslamıştı. Ama her halinden inançlı  olduğu belli olan bu ihtiyar delikanlının asıl maksadının ne spor yapmak ne de güzel havanın tadını çıkarmak olmadığını anlamak hiçte zor değildi.
 
İşe geç kalmamak için yürür adımlarla yoluma devam etmek istesem de, anlam veremediğim bir şekilde ayaklarım beni bu ihtiyarın yanına doğru çekiyor gibiydi. Sebebini bilemediğim bu duygu kararımı değiştirmiş, ayaklarım beni bu ihtiyarın yanına kadar sürüklemişti.  Usulca selam vererek yanına oturdum. Oturdum ama, selam verdiğimi ve yanına oturduğumu bile duymadı. Anlaşılan derdi büyüktü bu nur yüzlü ihtiyarın. Başımı kulağına doğru uzatarak naim bir sesle ‘Selamun aleykum amca’ diye, bir daha seslendim. Yavaş bir refleksle başını kaldırarak, şaşırmışlık içinde ‘Ve aleykesselam evlat’ dedi ve bu defa gözlerini önünde akan sarıçaya doğru bir noktaya sabitledi. Yanına oturup düşüncelerini dağıttığımdan dolayı bana kızmış mıydı, yoksa sevinmiş miydi bir türlü anlam veremedim.

Dert Çook, Derman Yook
Ama her şeye rağmen derdinin büyük olduğu ve yüreğinin bir kebap gibi yandığını hissedebiliyordum. Bembeyaz tenine düşmüş ak sakalları adeta nuranı bir lamba gibi çehresine ışık saçıyordu. İşe de geç kalmayı göze alarak bu ihtiyarı böyle bırakıp, birkaç kelime sohbet etmeden de gitmek istemiyordum. Ben, her halde evde hanımıyla ve ya çocuklarıyla bir problem yaşıyordur diye içimden de geçirmedim değil. Çünkü bu yaştaki insanların bu saatlerde evlerinde oturup istirahat etmesi gerekirken, bu yol güzergahı onun gibi yılların eğip bükemediği bir ahlak yapısına sahip olanların oturacağı bir yer değildi. Asasının üzerine koyduğu iki eli de sürekli titriyor, gözlerinin çukurları yaşlarla doluyordu.
 
Başımı eğerek, bir gözlerine bir de yoğun duygularla sulanmış gözlerini nereye diktiğine bakmaya çalışırken, gözyaşlarını boşaltacak bir çağlayan aradığını hisseder gibi oldum. Yanımdan kalkıp gitmesini de göze alarak bütün cesaretimi toplayıp; hayrola dedeciğim, ne derdin var, rahatsız mısınız? diye ilk soruyu sordum ama soruma hiç bir karşılık alamadım. Duymamış olabileceğini zannederek ikinci defa aynı soruyu soracağım bir anda kelimeleri ağzıma tıkarcasına derin  bir ''of '' çekip; ‘’ hem de çok, çok ’’ evlat dedi ve anlatmaya başladı.
 
‘ Oğlum, dedi. Eşim öleli uzun yıllar oldu. Ben oğlumla ve gelinimle aynı evde yaşıyorum. Allah onlardan razı olsun bana çok iyi bakıyor, bütün hizmetimi en içtenlikle yapmaya çalışıyorlar. Beni üzmüyor, adeta bir bebek gibi hizmetimi yapmaya çalışıyorlar. Onların hakkına giremem. Rabbim onlardan razı olsun. Ama Allah’a inanan bir Müslüman için bunlar yeterli sebepler değil. Yine de verdiği şeylere şükretmek lazım, O’nun (cc) vefasına denk vefalı olmamız lazımdır. İşte benim derdim budur evlat’’ dedi.Bu ihtiyar delikanlının söylemek istediklerinden hiç bir şey anlamadım. Oğlu ve gelininden çok memnun olmasına rağmen, ‘of ’ çekmesini gerektirecek, sabahın erken saatlerinde onu buralara kadar sürükleyecek ve onu bu kadar üzecek ne derdi olabilirdi ki? 
 
İhtiyar delikanlı sanki derdini anlatmak istemiyormuş gibi, yine gözlerini çayın karşı tarafına yaslayarak, susmuştu. Demek ki, rahmet pınarı olan gözlerden boşalacak damlalar için, ‘bam teline’ dokunacak bir mızrap lazımdı. İşe geç kalmama rağmen bu nur yüzlü ihtiyarın derdini öğrenmeden kalkmaya da hiç niyetim yoktu. Bu defa bir mızrap gibi bam teline dokunan soruyu sordum. Amca, kusura bakma ama ne demek istediğini bir türlü anlamadım deyince, bir hıçkırıkla gözlerinden düşen damlalar deryaya dönmüştü. Bir ara cebinden çıkardığı o eskiye ait mendille gözlerini silerek, mendilini de bankın üzerine bıraktı. Demek ki, anlatacağı çok şey vardı ve bu mendilin sileceği  ızdırap damlaları vardı.
 
‘’ Oğul, hayatım fakirlik ve zor yaşam şartlarıyla mücadele içinde geçti. Ekmek bulmakta zorlanırdık. Afedersin atlarımıza yedirdiğimiz arpaları onun dışkısından temizleyerek öğütür, ekmek yaparak ihtiyacımızı karşılardık. Elli yamalı bohçaya benzeyen elbiselerle dolaşırdık. Ama o günlerde huzur vardı, akrabalık vardı, dostluk vardı, büyüklere saygı küçüklere sevgi vardı. Bütün bu yoksulluğa rağmen evlerimize huzur ve bereket vardı be oğlum. Hepsinden önemlisi Allah sevgisiyle dolu kalpler ve ona saygı ve edeple kavrulan yürekler vardı. İşte o huzur ve bereketin gerçek kaynağı Rabbe gerçek manada kul olmaktı. Bizler, kurtuluş savasında çok insan şehit verdiğimizden kadınlarımız dul, çocuklarımız yetim kalmıştı. Ama biz Müslümanlarda öyle insani ve imani bir anlayış vardı ki, bu dul kalan kadınlar bizi kıskanır endişesiyle, eşlerimizle yan yana yürümekten bile haya ediyorduk. Bundan dolayıdır ki, eşlerimiz bizim bir adım arkamızdan yürürdü. Bizim bu davranışımız bile İslam’ın kadın-erkek eşitliğine  karşıymış gibi, bir  yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermişti.
 
Bak, sabahın erken saatinde evimde dinlenmem gerekirken kendimi böyle buralara attım. Dört duvar adeta beni sıkıyor kabir azabı gibi acı çekiyorum. İbadetlerimden, kıldığım namazlardan bir lezzet alamıyorum be evlat. Sanki cahiliye devrinde yaşıyormuş gibi,  herkes eliyle yaptığı putlara tapmaya başladı. Evlerimiz putlarla doldu. Evlat, eş, dost, akraba, para, mobilya, iş, araba adeta putlaştırıldı. Akşam olunca oturup iki laf edemiyorum oğlumla, gelinimle, torunlarımla. Bir şey anlatmaya başlasam da, herkes bize modası geçmiş bir hırka gibi bakıyor. Ev halkı önüne bir tabak çekirdek alarak televizyon karşısında adeta heykelleşiyor, televizyonlar yayınlamış olduğu dizilerle ar ve haya damarlarının üzerinde, Allah’a isyanla dans edip duruyor.
 
Yanlış anlama evlat. Oğlum ve gelinim namazlarında inançlı dürüst insanlar ama yaşantıları, yaptıkları, giyimleri hiçte inançlarını yansıtmıyor. Biz yatak kıyafetleriyle yatak odasının dışına çıkamaz, vücut hatlarımızı belli edecek kıyafetlerle asla bir araya gelemezdik. Kullardan değil, Allah’tan utanırdık be evlat.Şimdi öyle mi ? Oğlum, gelinim, torunlarım adeta kapalı çıplaklar gibi evde dolaşıyor, beni görmemezlikten geliyorlar. Evimiz adeta sinema salonu, bizler muti seyirciler, televizyonumuz da vitrinimiz oldu. Orada gördüğümüz her şeyi gelenek görenek, ahlak edep demeden sahipleniyoruz. Yatak, öpüşmek, çıplaklık, zina ve her türlü ahlaksızlık evlerimizde artık.  Onlar benim mahremim olsalar da, benden utanmasalar da Allah’tan utanmaları gerekmez miydi? Namazlar dizilerdeki reklam aralarına, torunlar ellerinde cep telefonlarıyla kendi odalarına, devleti idare edenlerin kendi havalarına, zenginlerin put haline getirdiği mallarına sığınmaları beni kahrediyor be evlat.

Rabb’imden Utanıyorum 
Rabbimden utanıyor, ellerimi huzurunda kaldırıp dua etmekten hicap duyuyorum. Nasıl duymayayım ki, kızımın başı kapalı iken torunlarımın başı açık. Kızım namaz kılmasına rağmen, torunlarımız namazsız. Sadece evlerimizde mi? Ben sokaklarda gezen başı örtülü hanımlarımızın yanında kısa şortla gezen yetişkin kızlarını gördükçe, yerin yedi kat dibine geçmek istiyorum. Nerde kaldı hayamız, nerde kaldı utanmamız. Haya imandansa, imanımız nerede?
 
Evlat yanlış anlama, ben kimseyi kınamıyorum. Benim gelinim örtülü, sacının bir telinin bile gözükmemesine dikkat ediyor ama, torunlarım dışarda şortlarla, dar pantolonlarla dolaşıyor. Ne olacak deyip tırnaklarını uzatıp, gözlerini ve dudaklarını boyuyorlar. Bu nasıl bir din anlayışıdır evlat. Allah'a inana, peygamberini sevdiğini söyleyen anne babalar bunlara nasıl rıza gösterir. Ben kızıma hayatımı verdim. Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, giymedim giydirdim. Ben bunun hesabını Rabbime nasıl vereceğim’’ deyince, nurani yanaklardan çağlayanlar tekrar boşalmaya başladı. Bu ihtiyar delikanlı beni de mahvetmiş, o güzel yüreği gibi bir yüreğe sahip olamadığım için  kendimden utanır oldum.
 
Yaşlı Amca bank üzerine bıraktığı kahverengi mendiliyle gözyaşlarını silerek, derinden bir ‘’of ‘’daha çekerek devam etti. ‘’Bizi insan yerine koyan yok be evlat, koyan yok. Biz ne zaman Allah’a karşı saygıyı yitirdik, onunla utanmayı ve utanmayla da imanımızı yitirdik. Bizim zamanımızda kıt-kanaat geçinirdik ama, Rabbe kanaat ile karnımız toktu. Şimdi para var, ev var, araba var, dükkanlar var ama, şükrünü bilemediğimiz nimetlerle çöpler doldu. Demek ki evlat, mesele açlık ve toklukta değil, mesele Rabbe kul olmak, onun rızasını kazanmak ve onun yolunda olmakmış.  İnsanlar başımıza bir musibet, bir felaket gelecek diye tir tir titriyorlar. Bundan daha büyük bir bela, daha büyük bir musibet mi bekliyoruz.  Etrafıma bakıyorum da okunan şey Kur’an’a benziyor fakat, Kuran değil. Kılanan  namaza benziyor fakat, namaz değil. Başları örten kumaş gibi görünse de, başörtüsü değil. Gidilen yol yol gibi gözükse de, yol değil. Sokaklarda yürüyen leşler insana benziyor olsa da, insan değil.  Hey be oğlum. Önceden sakal insanlara Allah’ı, Peygamberi, dürüstlüğü, hayayı, imanı, vefayı hatırlatırdı. Şimdilerde hırsızı, arsızı, ayyaşı,  ipsizi de sakal bırakıyor. Senin anlayacağın  at izi it izine karıştı evlat.

Sadece Bu Mu?
Yakın bir zaman kadar sokakta bizi gören herkes hürmeten selam verir dua isterdi de bizde memnun olurduk. Şimdilerde bırakın bir selam vermeyi laf atarak beddua ediyorlar. Bu ülkeyi siz ve sizin zihniyetiniz bu hale getirdi diye de ağza alınmayacak küfürler savuruyorlar. Önceleri onlara kızıyor, bu öfkelerini anlamakta zorlanıyordum fakat, şimdilerde onlara kızmıyor hak veriyorum. Çünkü Kur’anı, İslam’ı, bayrağı, vatanı ve ülkeyi temsil edenlerin yapmış olduğu haksızlıklar, adaletsizlikler, hayasızlıklar, hırsızlıklar, adam kayırmalar bu halkı mukaddesatından uzaklaştırdı. Dindar görünerek her türlü hayasızlığı işleyen, mesaiden çalan, insanlara iftira atan, haram yiyen, zulmedenlerin var olduğu bizlere bu huzur ve bu bereket bile çok, evlat.
 
Bizim zamanımızda din iman adına bir şey öğrenmek, yaptığımız yanlışları düzeltmek için fıkıh kitapları ve ilmihal kitaplarına bakıyorduk. Hani, şimdi o kitaplar nerede. Sabahtan akşama müstehcen dizilerle insanların imanını, gençlerin ahlakını, saygısını çalan kanallar,  sonra da zehir içirdikleri insanlara panzehir gibi fetvalar veriyorlar.  Evlat, ben onu bunu anlamam ama tek anladığım şey, din gitti imanda onun arkasından ıssız bir adaya sığındı. Yani birlerinin dediği gibi biz; ‘ İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz’’ ve modası geçmiş bir nesil haline getirildik. Adaletin, ahlakın, Allah’a saygının sevginin kalplerde barınmadığı bir toplumda artık yaşamak istemiyorum.

Her gün yıkılışımızı, yakılışımızı, tabana yaklaştığımızı görmezlikten gelerek, yükseliş nağraları atan siyasilerimiz yok mu? Topunu kalbimden sildim. Demek ki onların da davası vatan ve millet, bayrak ve Kur’an değilmiş. Onlara da hakkımı helal etmiyor ve bir Hoca’nın dediği gibi; ‘’ Şeytandan Allah’a sığındığım gibi, siyasetten de Allah’a sığınıyorum''.  Alın, siyasetinizi, partinizi, meclisinizi, mitinglerinizi yalanlarınızı, boş vaatlerinizi, solcunuzu ve sağcınızı başınıza çalın’’ diyerek, suratlara şamar gibi inen şu sloganla sözlerini bitirdi. Ey din diyanet, vatan millet diyerek bu milleti kandıran şovmenler! Dualarımızla sizi karşılasak ta, şimdilerde beddualarımızla yad ediyoruz. Çünkü sizler, kamu ve millet hakkını hiçe sayıp, ar damarlarınızı çatlattınız.
 
Bu nur yüzlü, güzel kalpli ismini sormayı bile unuttuğum bu ihtiyardan öğreneceğim, duyacağım daha çok şey vardı ama, işe de geç kalmanın verdiği çabuklukla yola koyuldum. Benim yüreğimde derin bir iz bırakan bu ihtiyar delikanlıyı gözlerim o parklarda çok aradı ama, bir daha hiç göremedim. Hayalimde tüllenen nurlu yüzünü, zorla öpmeye nail olduğum kadifemsi elini ve yanaklarını cilalayan gözyaşlarını asla unutmadım. Bilmiyorum, belki de Rabim o gün onu karşıma çıkararak, duygu ve düşüncelerimde yalnız olmadığımı bana göstermiş oldu. Ama tek bildiğim şey; ‘’ Eğer beli bükülmüş yaşlılar, takva sahibi gençler, süt emen çocuklar, yayılan hayvanlar olmasaydı, belalar sel gibi üstünüze akacaktı.’’ (bk. Ebu Yala el-Mevsıli, Musned, 11/511) gerçeği idi. Ey arz ve semavi musibetlerin zamanını düşünerek strese, hafakanlara giren zavallılar. Siz hadiste geçen değerlerin etrafınızda olup olmadığına bakın. Gerisi sizi ilgilendirmez, vesselam
 
 

Bu yazı 409 defa okunmuştur .