Reklam

Artık toprak konuşmanın vakti geldi

-TOPRAK- Bence biraz toprak konuşmanın vakti geldi dostlar.

Artık toprak konuşmanın vakti geldi

-TOPRAK- Bence biraz toprak konuşmanın vakti geldi dostlar.

Artık toprak konuşmanın vakti geldi
29 Nisan 2021 - 00:28

-TOPRAK-

Bence biraz toprak konuşmanın vakti geldi dostlar. Tohumu falan belli ölçüde hallettik artık ama bence toprağın yaşayan bir organizma olmasına henüz kani değiliz ve bence ona biraz sert ve vahşi davranıyoruz. Tabii birçok yöntemle tarım yapan insanlar var. Belirli bir düzeyin üzerinde memnun kalmasalar yöntemlerini sürdürmezler. Ancak ben işin biraz daha bilimsel ve doğacıl yanındayım. Size kendi keşiflerimi vs. anlatmayacağım. Sadece temel bilgiler aktarıp bunlar ekseninde konuşabiliriz diye düşünüyorum. Hep beraber daha iyi bir farkındalık oluşturabiliriz. Uzun bir yazı dizisi olabilir. Olabildiğince kısa tutup spot bilgiler şeklinde aktarmaya çalışacağım.Önemli not: Vereceğim bilgiler, özel koşullardaki topraklar için geçerli değildir. Ortalama cetvel baz alınmıştır. Çok bazik ya da asidik karakterli, farklı materyaller içeren toprakların önce fiziksel ve kimyasal yapıları iyileştirilmelidir. En önemli not: Sıkıcı gibi görünen tüm konular pratik gerçeklikle ilişkilendirilmeye çalışılacaktır.
 
Toprağın öyküsü: Toprak, esasında dünyanın çekirdeği boyunca yüzen erimiş kaya parçalarının kayaç hareketleri veya yanardağ aktiviteleri sonrası yeryüzüne yükselmiş mineral yığınları değildir. Toprağı yapan şey, bu kayaların üzerine kök salan arsız ve öncül fotosentetik organizmaların (yosun, liken, çalı ve ağaçlar) ve hayvan ölüleri ve artıklarının geride bıraktığı organik madde. Toprak, organik madde olmaksızın bizim yetiştirmeye çalıştığımız kültür bitkileri için kaotik bir zemindir. Bunu en basitçe şöyle görebilirsiniz. Derince kazdığınız (en az 2-3 metre) ve organik maddeden yoksun dip toprağına bir şeyler dikip yetiştirmeye çalışın ve bitkilerinizin ne kadar verimsiz geliştiğini görebilirsiniz. Elbette, neredeyse humus içermeyen topraklarda da gelişebilen bitkiler vardır ancak bunlar bizim yetiştirdiğimiz bitkiler değil ne yazık ki. Hatta ağaçlar bile bu konuda oldukça zorlanır. 
 
Toprağın inorganik maddeleri: Mineraller ve elementler (demir, bakır, çinko vs.) buraya dahildir. Bitkilerde oluşan inorganik besin eksikliklerinin sebebi aslında toprağın içinde bu elementlerin yetersiz bulunması değildir. Çok aşırı koşullardaki topraklar hariç bu nadir görülür. Bu sorunun ana kaynağı, toprağın sağlıksız olması ve besin devirdaiminin sıkıntılı olmasıdır. Yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde bundan bahsedeceğim. Bunu aynı, sindirim sistemi sorunu olan bir insana benzetebiliriz. Yeterli besin alıyordur ancak sindirim sistemindeki sorunlar nedeniyle kana geçişinde sorunlar olduğu için kişi zayıf düşer, yeterli kiloya ulaşamaz. Öte yandan ağaçlar ve çalılar haricinde kalan otsu bitkilerin büyük çoğunluğu topraktan çok az miktarda mineral, bol miktarda ise karbon, azot, oksijen gibi organik maddeleri alır. Basit bir testle bunu ölçebilirsiniz. Bitkiyi alıp kurutun ve yakın. Ocakta kalan kül miktarı hemen hemen bitkinin topraktan aldığı mineral oranına eşittir diyebiliriz. O nedenle, bitkilerdeki besin eksikliği belirtilerinde ilk aklımıza gelecek olan şey mineral takviye etmek değil, toprağın sağlığına ve bitki hastalıklarına göz atmaktır.
 
Toprağı oluşturan kayaçlar jeolojinin konusudur ve ben o konuda kendimi yeterli görmediğimden derinlerine girmek istemiyorum. Sadece temel bilgiler vermek istiyorum. Ülkedeki çoğu toprağın içerisinde magmatik süreçler bir şekilde rol oynamış durumda. Toprakta hiçbir element saf halde bulunmaz. Hemen hepsi bir şekilde oksitlenmiştir. Total kütlede oksijenin miktarı %40-45 dolaylarındadır. Silisyum yaklaşık %25, Alüminyum %8, Demir %5, Kalsiyum %3,5, Magnezyum %2, Sodyum ve Potasyum %2,5 ve diğer elementler vardır. Bunlar tabi yöreye göre değişir ancak çoğunluğu silisyum ve oksijenin oluşturduğu aşikardır.
 
Bu miktardaki silisyumdioksit (SiO2) genellikle kuvars minerali halinde bulunur ve çözünmeye karşı oldukça dirençlidir. Halk arasında kuvars kütleleri, çakmak taşı olarak da anılır. Eğer toprağınız büyük oranda kuvarstan meydana geldiyse verimsizdir. Çünkü kuvars kimyasal olarak çözünmeye dirençlidir, güçlü bir kristal yapısı vardır. Bitkiye besin ve oksijen sağlamaz. 
 
Eğer silisyum ve oksijen bileşimine Alüminyum eklenir ve üzerine Potasyum katılırsa ortaklas minerali, Sodyum katılırsa Albit minerali, Kalsiyum katılırsa Anortit minerali oluşur. Merak edenler googleda aratıp bakabilir. Çoğunuz benzer taşları görmüştür. :) Bu mineraller kuvarstan farklıdır. Karbondioksitli su ile ayrışabilirler ve bitkiye besin sağlayabilirler. Bu durum bazik özellikte olmalarından kaynaklanır. Sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi bazik mineraller, bitki köklerindeki solunum neticesinde oluşan karbondioksit ve akabinde meydana gelen karbonik asit sayesinde (karbondioksit-karbonik asit denkleminde ortama H+ iyonu verilir ve H+iyonu mineral üzerinden bu elementleri koparabilir) elementler serbestleşir ve bitki tarafından alınabilir. Bu döngünün tümü itibariyle kil oluşur ve kil bizim topraklarımızın ana materyallerinden birisidir diyebiliriz. Topraktaki oranına göre fonksiyonu değişmekle birlikte, iyi su tutar. Ancak öte yandan kil miktarınının çok olması durumunda toprak içerisinde gazlara yer kalmaz, buna dayanıklı olmayan bitki kökleri oksijensizlikten boğulabilir.
 
Mika mineralleri (granit, andezit) de bitkileri besleyebilen elementleri (Potasyum, magnezyum, demir) içerir ve yapraklar halinde olduğundan kolay çözünür. Bu nedenle verimli topraklar oluşturur. 
 
Jips, kalsit, olivin gibi diğer minerallerle beraber yukarıda saydığım kayaçlar topraklarımızın ciddi bir kısmında birlikte bulunurlar. Ve ancak yukarıda anlattığımız gibi kök aktivitesi sırasında kayaçlardan element salınabilir. Yani bizim yana yakıla element eksik diye aranmamızın sebeplerinden birisi, toprakta yeterince bitki, yani kök yüzeyi barındırmamamızdandır. Genel geçer alışkanlıklarımız gereği toprakları sürüp düzlediğimiz ve "yabani otlardan" tamamen arındırmaya çalıştığımız için var olan minerallerden ihtiyacımız olan elementler ayrışmaz. Biz ise bu açığı dışarıdan ister doğal yolla (hayvan gübreleri vs.) istersek de kimyasal yolla tamamlama arayışına gireriz.
 
Bu açıdan bakıldığında, yabani otlar (tabi her türden bahsetmiyoruz, bazı türler ciddi oranda istilacıdır ve kültür bitkilerimizin gelişimini sekteye uğratabilir.) aslında bir besin hırsızlığından çok, toprağı beslemeye hizmet ediyor olabilir mi? Bingo! Neredeyse gerçekten böyledir. Örneğin, karahindiba gibi geniş yapraklı, kazık köklü bitkiler, besinleri derinden alır ve yüzeye taşır. Bu tür bitkiler kontrollü olarak toprakta bırakıldıklarında bir sonraki sezon, hatta o sezon için bile yetiştirdiğiniz bitkilere besin sağlayabilir. Bu durum, doğada eskiyen yaprakların dökülmesi ve ölen kılcal köklerin besin maddelerine dönüşmesi şeklinde daha yavaş gerçekleşebilir. Ancak bir yandan yabani bitkilere "gönülsüz" bakıcılık yaparken bir yandan serpilenleri biçerek toprağın üzerinde bırakabilirsiniz. Eğer toprakta yeterince zengin bir mikro yaşam varsa oldukça hızlı bir şekilde ayrıştırılacak ve besin sağlayacaktır. Bu da doğada meydana gelen döngünün sizin tarafınızdan kurnazca hızlandırılmasını sağlayabilir. Aslında verdiğim ipucu oldukça basit bir denkleme dayanıyor. 500 kilo balık tutmanız gerek. Ekipman olarak sayısız oltanız var. Bir kişinin (diktiğiniz fidelerin) 500 kilo balığı mı tutması daha kolay, yoksa birçok balıkçının (yabani otları da işe katalım) birden kollektif olarak mı tutması daha kolay. Ben ikinciyi tercih ediyorum.
 
Elbette minerallerden elementlerin serbestleşmesi konusundaki tek yol biyolojik değil. Fiziksel ve kimyasal yollar da oldukça etkin rol oynarlar. Ancak bunlar bizim kontrolümüz dışında olduğundan anlatıp yorulmaya ve sizi yormaya gerek yok. 
 
Toprak tekstürü: Toprağın fiziksel özelliği bitkilerin gelişimini doğrudan etkiler. Eğer elimizdeki toprak tarım için elverişsiz bir fiziksel yapıya sahipse öncelikle bunu değiştirmemiz gerekiyor. Bunu toprak analiziyle öğrenebileceğiniz gibi, basit deneysel yöntemlerle de üç aşağı beş yukarı anlayabilirsiniz.
 
Kum oranınız yüksekse, çok nemli hallerde bile avcunuza aldığınız toprak parçalar halinde dağılır.
 
Kil oranınız yüksekse, çok nemli durumlarda parlak ve elinizle ovuşturduğunuzda kum hissetmediğiniz bir toprak yapısıyla karşılaşırsınız.
 
Kabaca sınıflayalım. Kil oranı %20'den daha az, bol kumlu bir toprağınız varsa işlemesi çok kolay hafif bir toprağa sahipsiniz demektir. Çok su istemeyen bitkiler için ideal olabilir ancak nemli toprak isteyen ve zengin besin ihtiyacı olan bitkiler için oldukça zorlayıcıdır. Besin miktarı, kum (ağırlıklı olarak kuvars) oranı yüksek olduğundan zayıftır. Drenaj yüksek olduğundan var olan besin maddeleri de hızla yıkanarak aşağı katmanlara geçer. Kil veya mil ekleyerek fiziksel ve kimyasal yapıyı iyileştirebilirsiniz.
 
Kil oranı %40'ın üzerinde olan toprak ise sulandıktan sonra veya yağmurdan sonra resmen taş kesilir. Çok ağırdır, sürülürken zorlanılır. Bitki kökleri sulama sonrasında, boşluklara su dolması nedeniyle rahat nefes alamaz. Kök gelişimi zayıflar. Her ne kadar çok su tutan bir toprak türü olsa da kökün sağlığını bozduğu için su tutuyor olması ve zengin besin içeriğinin bitki için bir anlamı kalmaz (Benim olmayan yari neyleyim.). Bu toprakları ise yukarıdaki tavsiyenin tersini yaparak iyileştirebilirsiniz. Bu sefer kum eklemeniz gerekecek. Her iki toprak tipinde fazla olan oranları düşürmek için ise organik madde miktarınızı arttırmanız oldukça önemlidir. Üstelik yoğun kil oranı, humik asit ve fulvik asit gibi organik asit uygulamalarınızı da geçersiz kılabilir.
 
Geri kalan topraklar da genellikle bu cetvelin arasında kendine yer bulur. Birçok bitki de aşırı olmayan koşullarda yetişir.
 
Birçok kil türü var ama ikisini kısaca analım. Kaolin, porselen fabrikalarında da kullanılan iki tabakalı kil türüdür. Su tutmaz, ıslandığında sertleşir. Tarım yapılmaya elverişli değil. 
 
Montmorillonit ise üç tabakalıdır ve oldukça iyi sus tutma kapasitesine sahiptir. Su ile birlikte şişer. Kireç ilavesi ile oldukça verimli topraklar elde edilebilir.
 
Özetle, hangi toprak yapısına sahip olursanız olun her durumda geçerli olan tek reçete var. Organik madde miktarınızı arttırın. Bunun için dışarıda hazırladığınız kompostları da kullanabilirsiniz tabii, ya da hayvansal gübreleri. Buna itirazım yok. Ancak benim birincil amacım her zaman kendi döngüsünü yaratan bir sistem kurmak. O nedenle bolca yabani bitkilerden, ağaç ve çalı artıklarından faydalanıyorum. Neden daha az efor ve emekle daha keyifli bir iş yapmak varken kendimi yıpratayım ki? Neticede tüm icatlar tembeller tarafından yapılmıştır. :) Başınıza icat çıkarmaya gelmedim tabii, benim anlattıklarım birçok kaynakta mutlaka anlatılıyordur. Bana da vahiyle gelmedi. Ben sadece birleştiriyorum ve deneyimlerimle birlikte size sunmaya çalışıyorum.
 
---
 
Toprak ve su ilişkisi: Aslında her toprak türü yukarıda anlattığımız gibi belirli oranda su tutar. Ülkemiz su zengini bir ülke değildir, dolayısıyla toprağın su tutabilme kapasitesi bu nedenle bizim ülkemizde yapılan tarım için ekstra önem kazanır. Hepimiz hazır su kaynaklarına yönelsek de aslında bunlar sonsuz değildir ve daha derine kuyu açabilmemiz de sorunu çözmeyecek. Sonuçta akiferlerin (yağan yağmurların topraktan süzülüp, geçirimsiz kayaçlar üzerinde birikmesi, yer altı suyu, Resim No:1) de bir tükenme eşiği var. Amazon ormanlarında yaşamadığımıza göre gelen her yağmur damlası bizim için oldukça değerlidir.
 
Her şeyden önce toprağın mevcut nemini korumak için üzerinde yeterince örtücü malzeme olması lazım. Bunun için fazla su tüketmeyen örtücü bitkiler kullanabileceğiniz gibi çakıl taşından samana, naylona kadar birçok malzeme kullanabilirsiniz. Çürüyüp, mikroorganizmalara ve solucan gibi besleyici canlılara besin olduğu için ben samanı veya duruma göre canlı bitkileri (yonca, arı otu vs.) tercih ediyorum.
 
Suyun öyküsünü anlayabilmemiz için de öncelikle molekül yapısına bakmamız lazım. Hepimizin anlayabileceği ölçüde basitçe anlatmaya çalışayım. İki hidrojen, bir oksijen atomundan oluşan su hidrojen atomlarının etkisiyle altıgen bir örgü yapı kurar. Bu şu anlama gelir; su, suyu çeker. Bu da şu anlama gelir. Suyun sadece yeryüzündeki hareketi akışkan değildir, bitkinin köklerinden emilirken de devamlı akış sürer. Kesik kesik bir su emilimi gerçekleşmez.
 
Toprağın yapısı eğer çok katı ve büyük partiküllerden oluşmuyorsa, bitki kökleri 1 metre aşağıda bulunan taban suyundan bile buharlaşma vasıtasıyla su ihtiyacını karşılayabilir.
 
Su, kendisi tarafından çekildiği için topraktaki bazı maddeler ve kuvvetler tarafından tutulur. Eğer toprağınızda suyu çeşitli kuvvetlerle tutabilecek bir organizasyon yoksa geçmiş olsun. Su yer altı tabakalara kadar akışa devam eder. Çok basitçe tasarlanmış bir deney göreceksiniz aşağıdaki linkte. Bitkiler ve onların kökleri deneye dahil olmamasına rağmen ciddi bir su tutulması var. Neden bitkileri önemsiyoruz? Çünkü kökleri ve onların yarattığı kuvvet sayesinde suyu tutuyorlar ve su çekmeye başladıklarında, alt tabakadan üst tabakaya bir devamlı su akışı sağlıyorlar. Toprakta, toplam kök alanınız çok ise yüzey tabakalardaki su tutma kapasitesi o kadar artar. Toprak sürülmüş ve ne kadar az bitki ve dolayısıyla kök barındırıyorsa su tutma kapasitesi ciddi oranda azalır. Bu bir döngüdür ve yüzey kurudukça alt tabakadan su emişi devam ettiği için yüzey nemliliği de korunmuş olur. Ancak bu çekiş, yer çekimi gibi kuvvetlerin baskısı nedeniyle de bir yere kadar devam eder. Saydığımız etkenler yer çekimi kuvvetine yenik düştüğünde, bitki derin bölgelerden artık su alamaz. 
 
https://www.youtube.com/watch?v=Vk3KHrqb7Uc
 
Peki, bizim tek yıllık bitkilerimiz bu dediklerimizi gerçekleştirmeye muktedir mi? Eh, aslında pek değil. Bunun için karışık ekime ihtiyacınız var ya. Resim No:2'de çok yıllık bitki türlerinin köklerinin nerelereeee kadar uzanabileceğine bir bakın. Elbette böyle bir kök sistemi yüzeye besin ve su akışı konusunda pek sıkıntı yaşamaz. Ama durun, diğer yandan tek yıllık bitkilerde de kök yapısını maksimum oranda geliştirmek mümkündür. 
 
Sadece kök yüzey miktarı ve uzunluğu mu önemli? Hayır, toprağınızdaki mantar (mikoriza vb.) ağları daha önemli. Ve bu mantar ağları ancak kurcalanmamış (çapa, sürme, pulluk vs.) toprak kısımlarında yaşayabilir. Ya da siz her kurcaladığınızda yeniden oluşmaya çalışır. Ne işe yarıyor ki bu kadar önemli buluyoruz? Şundan dolayı efendim. Bitkilerin kökleri tüm besin maddelerine ve toprağın küçük porlarında kalmış su damlacıklarına ulaşamaz. Mantarlar ise koccamaaaan bir ağ kurar bitki kökleri arasında. Öyle ki 1 santimetre küpün içinde bile kilometre uzunluğunda mantar ağları bulunabilir. Bu ağlar, bitkinin kendisi için ürettiği şekerin bir kısmını alırlar ve hem kendileri hem de bitkiler için su ve besin maddesi alırlar topraktan. Bu sayede bitki kolaylıkla besin ve suya ulaşır. Bitkinin kullanabileceği su miktarını arttırır, onu susuzluk stresinden büyük ölçüde korur. Bunu ve öncekileri ben hayal etmiyorum. Merak eden scholar.google'a sorabilir. Mycorrhizae water use efficiency yazın. Sadece bu başlığa bile yığınla makale çıkar karşınıza. Üstelik, mantarlar sadece organik maddeleri değil mineral çökeltilerine de kolaylıkla ulaşır ve bitkiye katar. Bununla da kalmaz, kuraklığa doğru giderken, doku kaybetmeyi göze alarak içinde biriktirdiği suyu da otomatik olarak bitkiyle paylaşmış olur. Hatta bazıları, bitkilerinizin yetişmekte zorlanacağı koşullarda (yüksek veya düşük pH, tuzlu toprak, ağır metallerin çok miktarda olması) bile bitkilerinizin gelişmesine öncülük eder ve hastalıklara direncini arttırır. Bunu nasıl yaptıkları gerçekten merak konusu ve tam olarak anlaşılmış değil. Salgıladıkları yapışkan maddeler toprağın organik içeriğini arttırır ve kümeleşmesini sağlar, su tutulumunu arttırır. Bitkinin köklerinin ulaştığı alanı bu sayede bir hayli genişletiriz. Şöyle düşünün, evde bir şeyler üretiyoruz ama bunları kimseye ulaştıramıyoruz ya da kendimiz taşıyıp duruyoruz. Peki üretimimize pazarlama ve ulaşımı eklersek ne olur?İşte, mantarların yaptığı budur. Toprağı sürdüğümüzde ve çıplak bıraktığımızda? Bu etkilerin hiçbirinden faydalanamayız. En azından yüzeyde... Yeniden oluşması da zaman alır.
 
Resim No:3'te soldaki kümeye mikoriza ilavesi yapılmış, sağdaki ise müdahalesiz. Eş zamanlı ekilmelerine rağmen bitkilerin sağlığına ve kök gelişimlerine bakın. 
 
Peki, ikna olmuş gibi olduk. Şu an bir karar vermiş olalım. Belki bahçemizin hepsini değil, ancak bir kısmını bu denemeye ayıracağız. İyi de ben her şeyi söktüm, sürekli de çapaladım ve toprağım tertemiz. Burada olmaz dedik, nasıl oluşacak? Havada sporları var zaten. Onlar bir şekilde tekrar koloni kurarlar. Bize düşen kuralları uygulamak. Hızlandırmak mı istiyoruz, alın size ufak bir numara. Toprağa sulandırılmış şeker ya da pekmez ekleyebilirsiniz. Şekeri kullanarak çok daha hızlı yayılabilirler. Elbette, şartları yerine getirmezseniz sisteme ilave ettiğiniz şeker bakterilerce kullanılıp ortadan kaldırılır. O nedenle bitkilerin gelişimiyle birlikte ilerlemeli bu iş. Olabildiğince de çok miktarda ve çeşitte tohum saçmanız lazım ki toprak bu anlamda kendine gelebilsin. Etkin mikroorganizma, kefir ve saman ya da kepekle mayalanmış kokteyller de işinizi hızlandırır. Yoğurt suyu bile toprağı bir düzeye kadar uyandırmakta oldukça başarılıdır.
 
Sadece yukarıda anlattıklarımız mı? Yok canım daha neler, o kadarcık faydası olur mu... Tabii, deneyler yapıldıkça daha fazlası da bulunur. Çok temel bir faydaları daha var. Nematodları avlarlar. Nematodlardan edindiği azotu da yine bitkilerle paylaşır. Nasıl mı? Video hemen aşağıda.
 
https://www.youtube.com/watch?v=hWdmL8sGCB4
 
Toprak ve kökün oksijenlenmesi: Biliyorum birçoğunuz çapayı havalandırma olarak addedecek ve bunun için yaptığını söyleyecek. Ancak yaptığınız çapa daha ziyade, kötü olan toprak şartlarında suyun aşağı bölümlere daha iyi dağılmasını sağlıyor. Bu bir kısır döngünün sonucu. Çünkü yukarıda anlattığımız bir dizi şey olmadığında toprağın yapısı bozuluyor ve tümden her şey değişiyor. Hemen çok basit bir örnekle, bitki köklerinin topraktan oksijen almaya aslında pek de ihtiyacı olmadığını anlatacağım. Hepiniz, şehirlerde kaldırımların taşları kaldırılarak, etrafı komple evlerle sarılı, boşaltılan minicik alan harici toprağın olmadığı bir alanda koca ağaçların yetiştiğini görmüştür. Toprağı kazmak=köklerin hava alması ise, bunu ateistler açıklasın. :)) Bu işte sihir ya da keramet yok. Kökteki hücreler eğer yeterince oksijene ulaşamıyorsa kök cidarındaki karbondioksit yükseliyor ve oksijen azalıyor. Karbondioksit etrafa yayılmakta çok sorun çekmez. Oksijen ise mesele çok da zor değil. Bitkideki basit kanallar vasıtasıyla yapraktan alınan atmosferik oksijen kolaylıkla köklere taşınıyor. İnandırıcı gelmedi mi? İşte jel agara gömülerek, kökleri tamamen oksijensiz bırakılan bitkilerin köklerindeki artan oksijen düzeyine dair yayınlanan makale.
 
https://nph.onlinelibrary.wiley.com/doi/pdf/10.1111/j.1469-8137.1967.tb06013.x
 
 
 
 
 
 
 

​​​

Bu haber 729 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum