Reklam

TEKNOLOJİYİ KONTROL EDEN DÜNYAYI KONTROL EDER

Dünya çapında büyük yankı yaratan kitaplarıyla geçmişe, bugüne ve geleceğe ışık tutarak insanın sıradan bir canlıdan tüm dünyaya egemen olan bir varlığa dönüşme serüvenini gözler önüne seren Noah Yuval Harari ile konuk olduğu Koç Holding’in Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’nda buluştuk; insanlığın geleceğine dair öngörülerini ve yakın gelecekte bizi bekleyen olası senaryoları konuştuk.

TEKNOLOJİYİ KONTROL EDEN DÜNYAYI KONTROL EDER

Dünya çapında büyük yankı yaratan kitaplarıyla geçmişe, bugüne ve geleceğe ışık tutarak insanın sıradan bir canlıdan tüm dünyaya egemen olan bir varlığa dönüşme serüvenini gözler önüne seren Noah Yuval Harari ile konuk olduğu Koç Holding’in Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’nda buluştuk; insanlığın geleceğine dair öngörülerini ve yakın gelecekte bizi bekleyen olası senaryoları konuştuk.

TEKNOLOJİYİ KONTROL EDEN DÜNYAYI KONTROL EDER
06 Şubat 2019 - 14:08

MİNE AKVERDİ DENKTAŞ

2002’de Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorasını tamamlayan Prof. Yuval Noah Harari, sonrasında Kudüs İbrani Üniversitesi Tarih Bölümü’nde dünya tarihi dersleri veren bir tarihçiyken, yazdığı bir kitapla bir anda bir “çoksatar” yazarına dönüştü. 2014’te yayımlanan “Sapiens: Hayvanlardan Tanrılara” ve 2017’de onu takip eden “Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi” kitapları dünya çapında çok satanlar listelerini altüst edip onlarca dile çevrildi. Bugün Barack Obama da onu okuyor, Mark Zuckerberg de, sokaktaki adam da, Bill Gates de…

Peki böylesine yankı yaratan kitaplarında ne anlatıyor Harari? Elbette insanı; geçmişini ve geleceğini! İlk kitabında insanın sıradan bir canlıdan dünyanın efendisine dönüşme macerasını anlatan Harari, ikinci kitabında insanın tanrısallık peşinde attığı adımları mercek altına alarak yüzünü geleceğe çevirmişti. Son kitabı “21. Yüzyıl İçin 21 Ders” ile de gelecekte insanın ve hayatlarımızın ne yöne evrileceğini, yine tarih, bilim ve teknolojik gelişmeler ışığında akıcı bir dille önümüze sererken, bizi bekleyen tehlikelere karşı da insanlığı uyarıyor.
Aralık ayında Koç Holding’in Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’na konuk konuşmacı olarak katılan 42 yaşındaki tarihçi ve yazar ile İstanbul’da özel röportaj gerçekleştirdik ve bizi bekleyen bilinmezlerle dolu geleceğe dair öngörülerini sorduk. Harari, zihnimizde yepyeni pencereler açarak hepimizi bambaşka düşüncelere sürükleyen çarpıcı gelecek senaryolarını masaya yatırdı.
 

Sizin uzmanlık alanınız tarih ama insanlar gelecek hakkında söylediklerinizi daha çok merak ediyor. Bu bir ikilem değil mi?

Tarih sadece geçmişi araştıran bir bilim değildir. Tarih, değişimi irdeleyen bir bilimdir. Gelecek de tarihin bir parçasıdır. Mesela ekonomi alanına baktığınızda, ekonomistler de geçmişi incelerler. Bunu gelecekle ilgili bir şeyler söylemek için yaparlar. İklim bilimciler için de aynısı geçerli. İklimle ilgili bugün ne biliyorsak çoğu geçmişle ilgili araştırmalar sonucunda elde edilmiştir. Küresel ısınma gibi gelecekle ilgili olgular da bu bilgilerle tahmin ediliyor. Biz tarihçiler de esas olarak geçmişi araştırıyoruz, inceliyoruz çünkü elimizdeki veriler geçmişten aldığımız veriler. Ama bunlara bakıp gelecekle ilgili bir şeyler söyleyemiyorsanız ne anlamı var?

“BEN GELECEKTEN HABER VEREN BİR KÂHİN OLMAYA ÇALIŞMIYORUM. ZATEN GELECEĞE DAİR DÖRT DÖRTLÜK BİR ÖNGÖRÜDE BULUNMAK İMKÂNSIZ… BİZ TARİHÇİLERİN, ARAŞTIRMACILARIN YAPMAYA ÇALIŞTIĞI ŞEY, GELECEĞE DAİR FARKLI OLASILIKLARI ORTAYA KOYAN BİR HARİTA ÇİZMEK.”

Geleceğe dair çok çarpıcı öngörüleriniz var. Çok büyük bir okuyucu kitlesine sahipsiniz ve bazı okurlarınız sizi bir kâhin olarak görüyor…

Evet kitaplarımı geleceğe dair kehanetler şeklinde okuyan insanlar var, biliyorum. Bunun bir hata olduğunu her fırsatta söylüyorum. Ben gelecekten haber veren bir kâhin olmaya çalışmıyorum. Zaten geleceğe dair dört dörtlük bir öngörüde bulunmak imkânsız… Biz tarihçilerin, araştırmacıların yapmaya çalıştığı şey, geleceğe dair farklı olasılıkları ortaya koyan bir harita çizmek. Böylelikle insanlar olasılıkların ve seçeneklerinin neler olduğunu bilecek. Bu sayede kararlar alıp tarihe yön verecek. Bundan 20 veya 50 yıl sonra neler olacağını bilmiyorum; kitaplarımda tek bir senaryo değil, farklı senaryolar sunuyorum. Ve sunduğum senaryoların bazıları birbiriyle çelişiyor da. Yazdıklarımın hepsi elbette gerçek olamaz. Ama gelecekle ilgili tüm bunları yazmamın asıl sebebi bugün hâlâ geleceği değiştirebileceğimize inanmam.

Yani bu kitapları belli bir amaçla yazıyorsunuz…

Evet, kesinlikle bir amacım var. Eğer bugün harekete geçersek en kötü senaryoların gerçekleşmesini engelleyebiliriz. İklim değişikliği konusunda mesela… İklim değişikliği kaçınılmaz değil. Bugün hâlâ bunu engelleyebilmek için daha iyi politikalar benimseyebiliriz. Aynı şekilde dünyada giderek büyüyen eşitsizlik konusunda da bugünden bir şeyler yapabiliriz. Zira, eğer dikkatli olmazsak önümüzdeki 50 yıl içinde bugüne kadarki en eşitsiz toplumu yaratmış olacağız. Bunun içinde biyolojik eşitsizlik de çok önemli bir rol oynayacak. Çünkü yakın gelecekte biyomühendislik süper insanlar yaratmak için kullanılabilir. Ve biyolojik üstünlük sadece zenginlerin kullanımına sunulursa buna ulaşabilen insanlarla ulaşamayanlar arasında kapanması mümkün olmayan bir uçurum oluşabilir. Bütün bunlar birer kehanet değil. Benim asıl amacım toplumun dikkatini karşı karşıya olduğumuz en önemli sorunlara çekmek ve bunların tartışılmasını sağlamak. Birçok ülkede politik tartışmalar hep ikincil problemlere odaklanıyor; bu en önemli meseleler göz ardı ediliyor. Eğer daha iyi politikalar izlersek bu kötü senaryoların gerçek olmasını önleyebiliriz.

ÜÇ BÜYÜK TEHLİKE BİZİ BEKLİYOR

Peki gelecekte bizi bekleyen en önemli tehlikeler neler?

Üç büyük tehlike var: Nükleer savaş, iklim değişikliği ve teknolojik karmaşa. Nükleer savaş ve iklim değişikliği insanlık için çok büyük meseleler ama bir bakıma da basitler çünkü herkes meselenin farkında ve ne yapılması gerektiği de çok açık bu iki konuda. Nükleer savaşı birlikte hareket ederek, barışçıl politikalar izleyerek önleyebiliriz. Aynı şekilde iklim değişikliği meselesini de hep birlikte gerekli önlemleri alarak durdurabiliriz. Bunlar tüm insanlığı ve dünyayı tehdit eden sorunlar ve tüm dünyanın birlikte hareket etmesiyle çözülebilirler. Mesela tek bir ülke küresel ısınmaya savaş açsa, iklim değişikliğine sebep olan politikalardan vazgeçip her türlü önlemi alsa, bu çok güzel bir harekettir ama yeterli değildir. Diğerleri de aynı şeyi yapmadıkça tek başına alınan önlemler etkili olmayacaktır. Ayrıca iklim değişikliğiyle mücadele yöntemlerinin ekonomik bedelleri var. Bu konuda bir şeyler yapmak istiyorsanız bazı fedakârlıklar yapmalısınız ekonomik anlamda. Ve hemen hemen hiçbir hükûmet bu fedakârlığı yapmak istemiyor. Mesela Fransa’ya bakın. Fransa’da yakıtlara yüksek vergi getirildiği için halk sokağa döküldü. Bu vergiler aslında birkaç başka önlemle birlikte iklim değişikliğiyle mücadele adına yapılan değişikliklerdi. Hiçbir hükûmet ülkesinde halkın sokağa dökülmesini ve bu tür problemler yaşamayı istemez. Tek başınıza bir adım attığınızda bedel ödemek zorunda kalan sadece siz olursunuz. Bu yüzden bu iki konuda küresel iş birliği kesinlikle şart.

HARARİ’DEN GELECEK SENARYOLARI

Noah Yuval Harari, Koç Holding’in Üst Düzey Yöneticiler Toplantısı’nda geleceğe dair birçok senaryoyu ortaya koydu. İşte bunlardan bazıları…
“Son 20–30 yılda savaşların azalmasının nedeni ne mucize ne de doğanın kurallarındaki değişiklikti. Tek neden akıllıca alınan kararlardı. Şimdi insanlar akılsızca kararlar alırlarsa daha kötü bir savaş bizi bekliyor demektir. Çok sayıda akıllı ve bilge insan barışı sağlayabiliyor, tek bir şapşal çıkıp savaşı başlatabiliyor.”
“Antik mitolojilerde Tanrılara atfedilen tüm yetenekler şu anda insanların kendileri için teknolojiyle edinmek istediği yetenekler aslında… Biz aslında dünya gezegeninin tanrıları haline geldik. Buradaki esas sorun gücümüz ile bilgeliğimiz arasındaki uçurum. Bu uçurum, sistemleri manipüle edebilme gücümüzle, sistemleri derinden anlayacak olan bilgelik arasında. Sistemi manipüle etmek gerçekten çok kolay ama bunu gerçekten anlayabilmek ise zor.”
“İnsanlar belki gelecekte daha akıllı daha disiplinli olacak ama daha az merhametli ve daha az spiritüel olacak.”
“19. yüzyılda sanayi devrimi yaşandığında, bunun sonucunda kentli bir çalışan kesim ve proletarya oluşmuştu. 21’inci yüzyılda ise çok büyük yeni bir sınıf ortaya çıkacak: Çalışmayan, hiçbir işe yaramayan bir sınıf. Bu insanların bir bilgisayardan ya da robottan daha iyi yapabilecekleri hiçbir şey kalmayacak. Yapay zekâ ve robotik bütün meslekleri değiştirecek. 2050’ye geldiğimizde bugün yapılan pek çok iş ya tamamen değişecek ya da ortadan kalacak.”
“İnsanlar geçmişte sömürüye karşı ayaklanmıştı. Önümüzdeki yüzyılda ise anlamsızlığa karşı bir mücadele başlayacak. Sömürüldükleri için öfkelenmeyecekler, anlamsızlaştıkları için öfkelenecekler. Anlamsızlaşma sömürülmekten daha kötü. Bu bir istihdam krizi olmayacak, anlam krizi olacak.”
Peki ya teknolojik karmaşanın yarattığı tehlike; onun diğerlerinden farkı ne?

Üçüncü büyük problem olan teknolojik yıkım çok daha karışık bir mesele. Çünkü neyle mücadele edeceğimiz pek de açık değil. İklim değişikliğinde olduğu gibi, “Teknolojik ilerlemeyi durduralım, bize zararı var” demek mümkün değil. Çünkü teknoloji bir yandan da çok çok iyi şeyler yapıyor. Ancak yapay zekâyla ve biyomühendislikle yapacaklarımız konusunda ortak bir vizyon yaratmak çok zor. Zira bu teknolojiler en derin değerlerimizle, etik anlayışımızla, insan olmanın taşıdığı anlamla ciddi biçimde çelişiyor. Bu çok karmaşık bir mesele. Ve neredeyse hiç kimse bu meseleden bahsetmiyor. Politik söylemlere baktığımızda hiç kimsenin yapay zekâ veya biyoteknoloji hakkında konuştuğunu duymuyoruz. Oysa önümüzdeki yıllarda hayatı yeniden tasarlayacak biyolojik bilgiye ve teknik donanıma sahip olacağız. Bu anlamda ilahlaşacağız. Ve bu, diğer her şeyden daha çok değiştirecek dünyayı. Bu gücümüzün ne tür sonuçlar üreteceği konusundaysa en ufak bir fikrimiz yok.

HARARI GELECEKTE YAŞANABİLECEK EN BÜYÜK TEHLİKELERDEN BİRİNİN DE EKONOMİK EŞİTSİZLİĞİN BİYOLOJİK EŞİTSİZLİĞE DÖNÜŞMESİ OLDUĞUNU SÖYLÜYOR. “İŞTE O ZAMAN YOKSULLAR SADECE DAHA ALT TÜRE DE DÖNÜŞEBİLİR VE BU UÇURUM BİR DAHA KAPANMAZ” DİYOR.

TEKNOLOJİ İNSANI TANRILAŞTIRACAK

Biyolojik ve teknolojik gelişmeler yaşadığımız dünyayı ne yönde değiştirecek?

Yeni çağın en önemli ürünleri tarım veya tekstil değil, bedenler ve beyinlerdir. Bedenlerimiz ve beyinlerimiz, yeteneklerimiz, yaşam kalitemiz, tüm yapabildiklerimiz teknolojiyle tekrar tasarlanıp mükemmelleştirilebilir. Bu gelişmelerle dünyanın en iyi sağlık sistemini yaratabilir, insan vücudunu değiştirebilirsiniz. Teknoloji sayesinde insanlar gelecekte neredeyse tanrılaşacaktır. Bu güçleri doğru kullanmak bu açıdan çok önemlidir. Mesela daha geçenlerde haberlerde gördük, Çin’de bir doktor ilk kez ikiz bebeklerin embriyosunda genetik değişiklik yaptı ve o bebekler dünyaya geldi. Bunun önüne geçemezsiniz; bu teknoloji ve bu değişim dolu dizgin geliyor. Bir ülke, “Tanrı rolünü oynamak iyi değil, insanların genetiğini tasarlayamayız, etik değil” diyebilir. Ama bir ülkenin bunu bu şekilde kabul etmesi bir başkasının da aynı düşüneceği anlamına gelmiyor. Diyelim ki bir ülke, bilim insanlarının bu tür çalışmalar yapmasını engelledi, bu başka bir ülkeyi durdurmaz ki. Ve mesela o ülke bu çalışmalardan giderek önemli sonuçlar elde ediyorsa o zaman diğer ülkeler de doğal olarak, “Biz neden bu teknolojiden geri kalalım” diyecektir eninde sonunda. İşte o zaman beden, beyin ve zihin mühendisliği, bedelini ödeyenlere uzun ömür, sağlıklı yaşam, üstün özellikler sunar ve tarihte ilk kez ekonomik eşitsizlik biyolojik eşitsizliğe dönüşür. Yoksullar sadece daha alt sınıf mensubu olmakla kalmaz, alt türe de dönüşebilir. Böyle bir uçurum oluşursa bir daha arayı kapamak neredeyse imkânsız olur.

HARARİ’DEN ÜÇ ÖNEMLİ TAVSİYE

Noah Yuval Harari, ÜDYT’de yaptığı konuşma esnasında gelecek için bazı distopik senaryolar çizdikten sonra bunların yaşanmaması için de önerilerini sıraladı:
“Bireysel düzeyde belki de verebileceğim en iyi tavsiye, en eski tavsiye: Kendini daha iyi tanı. En eski çağlardan itibaren filozoflar, kâhinler hep ‘Kendini tanı’ dediler. ‘İyi hayatın yolu kendini tanımaktan geçer’ dediler. Ben meditasyonu tercih ediyorum. Kendinizi tanımaya bugün ayırdığınızdan daha fazla zamanı derhal ayırmanız lazım. Çok yakında algoritmalar sizi sizden daha iyi tanıyacak.”
• “Kitlesel ne yapabilirsiniz? Toplu olarak fazlasıyla verinin tek bir yerde toplanmasını engelleyebiliriz. Çok fazla veri ve güç tek elde toplanırsa tek bir hata bile gelecekte insanlığın tüm evrimini, yaşam biçimini etkileyebilir. İnsanları, ülkeleri korumak için küresel güvenlik ağlarına ihtiyacımız var. Eğer bu güvenlik ağlarını oluşturamazsak milyarlarca insan mağdur olabilir, büyük zarar görebilir.”
• “En büyük tavsiyem şu: Küresel iş birliğinin artması gerekiyor.”
Öte yandan teknolojik gelişmelerin insanların zihinlerini kontrol altına alması gibi sonuçlar doğuracağını da söylüyorsunuz…

Teknolojinin insan sağlığı ve insan bedeni üzerindeki kontrolü bir yana, bir de insanın zihni üzerindeki kontrolü söz konusu. Teknoloji hayatta aldığınız her kararı kontrol edebilecek. Belki de üniversitede ne okuyacağınızdan kiminle evleneceğinize kadar aldığınız her kararda insanlar algoritmalara yönelecek ve kendileri için algoritmaların karar vermesini isteyecek. Zamanla kimsenin sizi zorlaması gerekmeyecek, algoritmalara kulak vermeye alışacaksınız. Bugün nasıl insanlar bir şehrin sokaklarında gezerken Google Maps’e güveniyor, onu dinliyorsa gelecekte de aynı şey olacak hayatın her alanında. 20 yıl içinde “Üniversitede ne okuyayım?” diye Google’a soracaksınız. Çünkü Google sizi kendinizden daha iyi tanıyor olacak. Ya da mesela kredi için başvurduğunuzda, size kredi verilip verilmeyeceğini hesaplayan bir algoritma olacak ve sizin geleceğinizle ilgili bu kararı, analizi yapan bu algoritma belirleyecek.

Ama asıl büyük tehlike gelecek 20–30–40 yılda yapay zekâ sistemlerinin çok küçük bir grubun hizmetinde olması olacak. Bu bir ülkeyi yöneten hükûmet olabilir, bir şirket olabilir, bir sosyal sınıf olabilir… Yapay zekâ bu tür bir küçük grubun kontrolünde olursa, bu gruba tüm bilgiyi ve yapay zekâ araçlarını sunarak insanların geri kalanı üzerinde güç sahibi olmalarına ve onları yönetebilmelerine neden olacak. Bu da küçük gruplara totaliter bir güç verecek. 20. yüzyılda totaliter rejim dalgası yaşandı, Hitler ve Stalin’le zirve noktaya ulaştı, sonra da inişe geçti. Bugünse dünya genelinde daha açık ve özgür bir toplum var. Teknoloji geliştikçe özellikle de yapay zekâ ile izleme teknolojisi yaygınlaştıkça, totaliter rejimin eskisinden çok daha güçlü bir dalga olarak geleceğini öngörebiliriz. 20 yüzyılda gördüğümüzden daha aşırı bir şekilde yaşayabiliriz bunu. Diktatörlüğün olduğu toplumlarda hükûmetler bu büyük algoritmalara sahip olacaklar ve her şeyi gözlemleyip sizin yerinize, sizin için karar verecek programlar kullanacaklar. Yalan haberler ve bilinçaltına yönelik mesajlarla sizi hack’leyecek ve istedikleri gibi yönlendirecekler. Bunun şimdiden, farklı şekillerde gerçekleşmeye başladığını görüyoruz.

YAPAY ZEKÂ BİZİ İZLİYOR

Teknolojik gelişmeler insanlar için bir yandan hayatı kolaylaştırsa da insanlık için çok ciddi tehditler de barındırıyor. Her hareketimizi sürekli izleyerek hakkımızda bilgi toplayan yapay zekânın bizi bizden daha iyi tanıması, yerimize kararlar vermesi ve bilinçaltımıza seslenerek bizi yönlendirmesi işten bile değil. Harari bahsi geçen tehlikeyi şöyle açıklıyor: “Yaptığınız her şeyin yapay zekâ tarafından izlendiği bir ortamda sistem sizi o kadar iyi tanır ki, sizi nasıl kandıracağı ve etki altına alacağını, kararlarınızı nasıl etkileyeceğini de çok iyi bilir. Belki de siz hiç farkına bile varmadan duygusal zaaflarınızı hedef alarak sizi yönlendirebilir.”

KENDİNİ YENİLEYEMEYEN ELENECEK

Teknolojik karmaşa gelecekte iş dünyasını nasıl şekillendirecek? İnsanlar hangi işleri yapıyor olacak? Hangi meziyetler anlamsız kalacak?

Bugün çok değer biçilen yetenekler gelecekte belki de etkisiz olacak, çünkü bilgisayarlar çok daha iyisini yapıyor olacak. Örneğin bugün bir yatırım bankacısısınız. Bu çok prestijli bir iş, yüksek maaşlarla iyi yerlerde çalışıyorsunuz. Ama 30 yıl sonra artık kimsenin yatırım bankacılarına ihtiyacı kalmayacak. Çünkü yapay zekâ en iyi yatırım bankacısı olacak. Yapay zekâ bir saniyede o kadar çok bilgiyi analiz edecek ki, insanlar onunla rekabet edemeyecek. Yani altı yıl yatırım bankacısı olmak için okudunuz, ama 20 yıl sonra artık işiniz olmayacak. Aynı şekilde kendi kendine giden arabalar geliştirildiğinde bir kamyon şoförü de artık işsiz kalacak, mesleğini yapay zekâya kaptıran bir çevirmen de. Gelecekte insanların ihtiyaç duyacağı en önemli meziyet kendini yenilemek yetisi olacak. 25’inde bankacı olarak mezun olacaksınız 35’inizde işinizi bilgisayarlara kaptıracaksınız ve kendinizi yenilemek zorunda kalacaksınız. Değişim o kadar hızlı olacak ki, aynı durum, 44 yaşında ve 55 yaşında da tekrarlanacak. Yani değişime ayak uydurmak zorundayız hayatta kalmak için. Bunu yapamayanlar ise herkes ilerlerken geride kalacak ve milyarlarca işsiz ve işlevsiz kalmış insanlardan oluşan bir “gereksizler” sınıfı oluşturacak. Bu insanlar yok sayılacak ve uzun vadede dev bir eşitsizlik ortaya çıkacak. 2050 gelip çattığında devasa bir işe yaramayanlar sınıfı ortaya çıkacak. Sadece çalışmayan değil çalışamayan, istihdam edilemeyen insanlar olacak. Önümüzde insanların kendilerini yeniden eğitmek gibi bir zorluğu olacak ve en büyük sorun da psikolojik olacak. İnsanlar kendilerini hayat boyunca dönüştürürken duygusal dengelerini koruyabilecekler mi?

Bankacılık örneğini verdiniz. Bankacılık teknolojik değişimden en çok etkilenen alanlardan biri. Mesleğin yanı sıra sektörün bütünündeki değişim de önemli. Burada geleceğe dönük bir risk görüyor musunuz?

Günümüzde finans sistemi oldukça karışık ve anlaşılmaz. İnsanların yüzde 99’u finans alanında olan biteni anlayamıyor. Faizler neden yükseliyor ya da düşüyor? Faizlerin düşmesi, yükselmesi ne anlama geliyor? Bunları anlayabilen sadece yüzde 1. Ama önümüzdeki 20–30 yılda yapay zekânın gelişmesiyle finans sistemi bundan çok daha karmaşık bir hâl alacak. O zaman hiçbir insan finansal sistemi anlayacak kapasitede olmayacak. Hâlâ ülkeleri insanlar yönetse de algoritmalar çıkıp “Bak, sana nedenini açıklayamam ama bir ekonomik kriz geçiriyoruz, eğer şunu yaparsan krizi atlatabiliriz” dediğinde yöneticiler nedenini anlamasalar da bunu yapacaklar. Bazı en önemli politik kararlar aslında finansla ilgilidir. Peki bir ülkedeki en önemli kararlar bir algoritma tarafından alınırsa ne olur? Bilmiyoruz.

KOZMİK DÜZEYDE DÜŞÜNMEK…

Noah Yuval Harari, gelecek senaryolarında üç büyük tehditten; yani savaşın geri dönüşü, ekolojik çöküş ve yıkıcı teknolojilerden bahsederken bunları önlemek için uluslararası iş birliğinin öneminin altını çiziyor. ÜDYT’de yaptığı konuşmada Harari, bunun gerekçelerini şöyle açıkladı:

“Üç büyük tehditten bahsettim. Bütün bunlar tüm dünyayı etkileyen etmenler. Tek bir ülkenin bütün bunları tek başına halletmesi mümkün değil. Hiçbir millet nükleer yıkımı, iklim değişimini tek başına durduramaz. Yapay zekâyı tek başına kontrol edemez. Ne zaman ki bir lider çıkıp benim ülkem her şeyin önünde gelir, “Sadece benim ülkem önemli” derse, ülkenizin tek başına nükleer savaşı, iklim değişikliğini ya da teknolojik yıkımı nasıl engelleyeceğini sorun. Milliyetçilik 21’inci yüzyılda hâlâ önemli olabilir ama milliyetçilikten kast ettiğiniz sadece kendi ülkenizde yaşayanların refahı ve iyiliği ise bugünün iyi milliyetçisi şunu düşünmeli: Küreselcilik bugün en iyi milliyetçiliktir

. Kendi ülkenizdeki insanları korumanın tek yolu diğer ülkeler ile iş birliği halinde çalışmaktan geçer. Küresel uyum küresel tek düzelik anlamına gelmez. Farklı gelenek ve seslerin iş birliği yapabildiği dengeli bir şekilde kendini tamamlayıcı kıldığı bir düzenden bahsediyorum. Ailemize sadakat ile işimize sadakati dengeleyebiliyoruz. Bazen iş ailenin önüne geçiyor, bazen de tersi. Bazen kendi ülkemizi öne çıkarabilir, bazen de küresel menfaatlerimizin öne çıktığını anlarız. Hayatı bir şekilde dengelemek zorundayız.Millet sınırları içinde hapsolmamamız lazım. Milletler akıp giden zamanda küçük damlacıklardır. En eskisi bile 5 bin yıldan daha eski değildir. İnsanlar 2,5 milyar yıldır bu gezegenin üstünde; memeliler 300 milyon yıldan beri, organik hayat 4 milyar yıldan beri bu dünyada. Bugün 21’inci yüzyıla geldiysek tamamen farklı hayat türleri üretecek hâle geldiğimizi anlamak zorundayız. Bunlar insan, memeli olmayabilir hatta organik bile olmayabilir. İlk kez inorganik yaşam biçimi üretebilecek seviyedeyiz. Bunu gerçekten sorumluluk ile yapabilmemiz için kozmik düzeyde olan biteni irdelemek zorundayız.”

TÜRKİYE HANGİ NOKTADA?

Teknolojileri kontrol edenler dünyayı kontrol edecek, uyum sağlayamayıp geride kalanlarsa elenip gidecek gibi gözüküyor. Türkiye sizce bu açıdan hangi noktada bulunuyor?

Türkiye ve dinamikleri hakkında çok fazla şey bilmiyorum. O yüzden daha geniş bir açıdan cevaplamaya çalışayım. Bugün 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nin yaşandığı döneme benzer bir dönemden geçiyoruz. 1850’lerde Sanayi Devrimi iyice hız kazandığında dünyanın ikiye ayrıldığını gördük. Fransa, İngiltere, ABD, Japonya gibi az sayıda ülke sanayileşirken bundan çok daha fazla sayıda ülke ne olduğunu anlayamamış, sanayileşememiş ve yaya kalmıştı. Osmanlı İmparatorluğu da bunlardan biriydi. Bu olay dünyadaki dengeleri değiştirdi. Sanayileşmeyi başaran o birkaç ülke tüm dünyayı yönetmeye başladı.

Şimdi de yapay zekâ ve biyoteknoloji açısından benzer bir durumdayız. Ülkeler için en önemli soru şu: Bu devrimin bir parçası mı olacaklar, yoksa geride mi kalacaklar? İşin aslı, pek çok ülke geride kalacak. Şu anda pek çoğu “Şimdi yapay zekâ gibi meselelerle uğraşamayız, daha önemli sorunlarımız var, bu konulara 20–30 yıl sonra bakarız” diyorlar. Oysa 30 yıl sonra çok geç olacak. Şu anda bir teknoloji devrimi yaşanıyor ve Amerika ile Çin devrime liderlik ediyor. Japonya, Kore, Fransa, İngiltere, İsrail de peşlerinden gidiyor. 20 yıl sonra bu ülkeler ile atılım yapamayan diğerleri arasındaki uçurum o kadar büyük olacak ki artık kapanması neredeyse imkansız hâle gelecek.

Eğer bu devrimin bir parçası olmazsanız 20–30 yıl sonra çok geride kalmış olursunuz. Bu değişimi yakalamak için sadece teknolojiye yatırım yapmak yetmez. Entelektüel fikirlere ve bu konularda iyi eğitimler almış insanlara da yatırım yapmak, çalışmaların özgür bırakıldığı ve fikir haklarının hukuki olarak korunduğu, Silikon Vadisi’ndekine benzer sosyal ve ekonomik bir ekosistem yaratmak gerekiyor.

İnsanoğlu teknolojiyi, dünyayı ve insanları kontrol etmeye odaklanmış gibi görünüyor. Hep gücün peşinde koşuyor, peki ya mutluluk?

İşte o en zoru. Güç kazanmakta iyiyiz ancak bu güçleri mutluluğa dönüştürmekte iyi değiliz. Asıl sorun mutluluğun beklentilere bağlı olması. Beklentiler gerçekleştikçe beklentiyi yükseltiyoruz ve hep daha fazlasını istiyoruz. Daha fazlasını istedikçe de asla tatmin olmuyor, mutluluğu yakalayamıyoruz.

INSANLARIN “HACK”LENMESI (SANAL SALDIRI)

HARARI, GELECEKTE INSANLARIN “HACK’LENMESINI” ÖNEMLI BIR TEHDIT OLARAK GÖRÜYOR. BUNU ŞÖYLE ANLATIYOR:

“Artık insanları bile hack’leyecek seviyeye geldik. Bir bireyi hack’lemek için üç şey gerekir: Biyolojiyi, özellikle beyni iyi anlamanız gerekir. Kişisel verileri toplama ve işleme gücü gerekir ki geçmişte kimsenin böyle bir gücü yoktu. KGB insanları 24 saat takip edebilse bile ellerinde biyolojik veri işleme gücü yoktu.

Hack’lenmek bir dış sistemin sizi sizden iyi tanıyabilmesidir. Böyle bir güç iyi amaçlar için kullanılabilir elbette; mesela daha iyi bir sağlık sistemi sunabilir, iyi tavsiyeler verebilir bireysel seçimlerle ilgili. Diğer yandan aynı bilgi en totaliter, tarihte görüp bilmediğimiz kadar diktatör rejimler için de kullanılabilir. Bütün bu güç küçücük bir elitin elinde toplanabilir. Bu grup kimseyi umursayamayabilir. Karşı koyamazsınız çünkü karşı koymayı düşündüğünüz anda bile onlar bunu sizden önce anlamış, 24 sat sizi izlemiş, sizden önce farkına varmışlardır. Bütün bunlar büyük tehlikeler.”

___________________

. Bu yazı, Koç Holding Bizden Haberler dergisinin Ocak 2019 sayısında yayınlanmıştır.

Bu haber 882 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum