İNSAN SEVEBİLDİĞİ İÇİN YAS TUTAR!
Reklam
Süleyman GÜNER

Süleyman GÜNER

[email protected]
  • Instagram
  • LinkedIn

İNSAN SEVEBİLDİĞİ İÇİN YAS TUTAR!

11 Ağustos 2023 - 22:29



İNSAN SEVEBİLDİĞİ İÇİN YAS TUTAR!
 
 
Ve hepimiz aynı gemideyiz. Herkes geminin bir tarafını keserek kendinin kurtuluş sandalını yapmaya çalışıyor. Oysa gemi, bir tarafı kesilerek kendi sandalını yapmaya çalışıldığından dolayı su alıyor. Gemi hep birlikte ilk su alan yerden tamir edilmeye çalışılsa, herkes emniyette olacak ve kısa zamanda bütün ayaklar karaya basacaktır.
 
  
 
  
6 Şubat 04.17 sonrasından
10 Ağustos 20.48’in 5.2 sonrasına…
 
Nasılsınız? Nasılız? Hüzünlüyüz, kederliyiz, acı, elem ve yas doluyuz… İnsan sevdiğinin ardından yas tutar, sevebildiği için yas tutar; değer verdiğimizi, kaybettiklerimizi ve sevdiklerimizi şereflendirmek için yas tutar.
 
Derin bir tecrübe içindeyiz! Acı ve keder içindeyiz. Acının verdiği kuvvetle kenetlenen bir toplumuz. İçimizdeki rahman ve rahim sıfatı açığa çıktı. İçimizdeki yas ve umut açığı çıktı, güneşi gördü. Korku ve umut dengesi net görüldü.
 
Ancak içimizdeki fırsatçılığı, gazabı, öfkeyi, kızgınlığı, inat ve inkârı da açığa çıkardı. İnsana bir hatırlama ve bir de unutma melekesi de bahşedilmiştir. Hatırlarken ağlıyoruz unuturken de gülüyoruz. Çünkü bu korku, yas ve dehşet içinde devamlı kalmak da mümkün değil. Yasımızı tutacağız milletçe. Yas, acıyı hazmetme sürecidir; büyüme ve olgunlaşma sürecidir. Acı ve keder küçülmez fakat büyüyüp olgunlaştıkça acı bu mesafenin karşısında küçülmüş, küçücük görülür.
 
İnsanın insana yâr olduğu gerçeği açığa çıktı. Ülkenin diğer kalanları ile dünyanın büyük bir kısmının yar olduğunu açığa çıktı. El uzatanla el veren insan olması dışında birbirini hiç tanımıyor. Ama el uzatanın eline alan sıkı sıkıya sarılıyor. Varlık birbirine bağlıdır, bağımlıdır. Lütuf insanları bulduğu yerde bırakmaz, bizi olduğumuz yerden daha ileriye taşır. Fakat o lütfa da mazhar olmayı bilmek lazım, hamd ve şükretmek de lazım. Kalbimizi iyiliğe, merhamete ve güzelliğe açarak ve aynı zamanda kötülüğe, çirkinliğe ve zalimliğe kapatarak; buradan öğrenerek, tüm yönleriyle tüm ilişkileri daha kaliteli ve daha yoğun hale ahlaki zemininde nasıl inşa edeceğimizi bilerek ilerlememiz de lazım.  
 
İnsanız, eşyadan zenginiz fakat zamanın en fakiri. Emel uzun olsa da ömür çok kısa. İyi ve güzel olan şeyin bir zamana ihtiyacı vardır, mayalanması ve olgunlaştıktan sonra dünyayı sarması gerekir. İnsan ilişkileri de böyledir. Ömrün ve zamanın kısalığı içinde hayatımıza dair sayıca az, mana olarak derin şeylerin zamanla olgunlaştırılması gerekir.
 
İnsanlar stres altında ya kaçar ya savaşır yahut donar kalır. Bu hayvani temel tepkilerin ötesinde, insan olmanın verdiği fıtri kabiliyetle stres altında olduğunda birbirimize yaklaşan ve birbirimize sığınan varlıklarız da. İnsan sosyal bir varlıktır; bir arada ailece, mahallece ve milletçe birlikte yaşayan bir varlıktır.
 
Usul asildir; usul usul, yavaş yavaş olan bize asaleti getirir.  İnsanların bulunduğu bu durumda onları, sen benim kardeşimsin, acın benim de acımdır, anlayışı içinde şefkat, merhamet, hüzün ve tevazu kanatlarını açarak insanların hikâyelerini dinlemek gerekir. Yardımlaşma ve dayanışma meziyetleri yüksek olan kişi ve toplumlar, bir felaket anı ve sonrasında daha hızlı gelişip olgunlaşıyorlar; acı, elem ve yaslarını daha hızlı kabullenip geride bırakıyorlar ve hayata içlerinde yeşeren umutla daha kolay, çabuk ve kalıcı bir biçimde sarılıyorlar. Sevildiğini, saygı gösterildiğini, değer verildiğini, etrafının merhametle çevrildiğini, iyilik dolu ellerin kendilerine uzandığını gören ve bilen insanlar içinde bulundukları travma  (incinme, örselenme ve ağrı) durumundan daha rahat çıkabilmektedirler.
 
Böyle bir süreçte doğru dinlemek kadar doğru sözleri de doğru zamanda söylemek çok önemlidir. Bir yas evinde, yas bölgesinde, yas ülkesinde her şey söylenemez; söylenecek söz çok az ve o cümleler de çok dikkatli seçilen sözcüklerden oluşmalıdır. Yine bu süreçte, herkes kendine şöyle sormalıdır: ‘Üzerime düşen başka ne var, bu görevleri daha iyi nasıl yapabilirim?’ Tüm olanlardan sonra hiçbirimiz aynı insanlar olarak, aynı şartlarda ve aynı yoldan devam edemeyiz. Kime ne görev düşüyorsa ve kim hangi taşın altına elini gövdesiyle kayacaksa, bunu öğrenmiş ve yaşamış olarak yürüyeceğiz. Maddi ve manevi imar, tamir, tamamlama ve güzelleştirmeleri tamamlamaya başlayacağız.
 
Her şeyimizi kaybedince ve sahip olduğumuz bir şey kalmayınca nasıl ayakta kalırız? Esas bizim olan şey nedir? Grup terapilerinde ne ile övünürsün diye sorarlar. Herkes tüm övündüğü şeyleri sayar, sayar ortaya atar. Ne kaldı, daha ne kaldı ve en son sana yaşama azmi ve sevinci verecek geriye ne kaldı diye sorar. Aslında herkesin tek tek cevaplaması gereken sorudur bu. Hayat, Allah’ın insana bahşettiği bir mucizedir. Kış gelince ölü gibi olan her şey ilkbaharla yeniden canlanmaya, hayat bulmaya başlıyor. İnsanında yazı da kışı da var, yazdan kışa, kıştan yaza geçişleri de var. Büyük felaketlerden sonra insanlara telkin vermek, nasihatte bulunmak çok kolay değil; kelimeler incitmeyecek şekilde özenle seçilmelidir. Her şeyin yoluna gireceğini telkin etmek, yaşanan acıyı basitleştireceği için söylenmesi doğru değildir. Artık yeni rutinlerle eskiye özlemde oluşmaya başlar. Her şeye rağmen toprağa dönmek, köklerimizi toprağın derinliklerine ısrarla salmaya çalışmamız gerekir. Aslımıza, özümüze, fıtratımızın ihtiyaçlarına dönmememiz gerekir. Fazlalıkları, önemsizleri ve gereksizleri ata ata temel ihtiyaçlara yönelmek gerekir. Hayata katılmaya, elimizden geldiğince iyilik yapmaya, iyilerle olmaya, iyilik içinde bulunmaya çalışmalıyız. Elimizden gelen bir iyilik varsa, bunu hemen yerine getirmeliyiz. Biz ki her iyiliği yapmaya, her kötülüğü ortadan kaldırmaya gücümüzün yetmeyeceğini de bilmek gerekir. Ancak elimizin uzandığı her yerdeki kötülüğü ve çirkinliği ortadan kaldırmaya ve yerine iyilik ve güzelliği tesis etmeye mecburuz. Yeryüzünde kötülüğün hâkim olabilmesi için iyilerin sessiz olması gerekir. İyiliğe karşı sessiz ve derin, kötülüğe karşı güçlü ve kuvvetli olmamız gerekir. Bir kötülüğün olduğunu kötülere karşı en güçlü sesle haykırmamız gerekiyor.
 
Her şeyini kaybettikten sonra hayatımıza nasıl devam edebiliriz? Elimizde kalan üç beş şeyle bile, ne yapabiliyorsak onunla hayata devam edebiliriz. Hayat böyle bir şey! İçinde bulunduğumuz duruma birkaç saat içinde alışmaya ve korkunun ümide evrildiğini deprem altından çıkarılanların ifadelerinde görüyoruz. Hayat bize, bizim olduğunu sandığımız şeylerin aslında bizim olmadığını öğretiyor. Kiracısı ile kira konusunda anlaşamayan ev sahibi aynı ateşin başında birlikte ısınmaya çalıştıklarını da gördük. Her şey bize emanet ve vakti gelinde verene gidiyor. Ölüm varsa hiçbir şey yapmaya gerek yok kolaycılığına ve fıtrata aykırılığa da düşmemek gerekir. Elimizden gelenin en iyisini ancak emanetçisi olduğumuzu bilerek yaşamalıyız.
 
Deprem kâinatın yaratılışıyla vardı ancak bu gerçeğe uygun binaların yapılmaması insanların büyük bir kusurudur.  Biz anda yaşıyoruz. Yarını görme körlüğünü, toplumca iliklerimize kadar yaşıyoruz. ‘Bize bir şey olmaz ya’ gibi şişirilmiş boş özgüven içinde yaşıyor çoğu kalabalıklar. Müfredata kendimizi görmek kadar, dünümüzü ve yarınımızı görmeye dair bir şeyler konma vakti gelmedi mi?
 
Acı insanları ortak bir zeminde toplar; sen, ben ve o silinir ve herkes biz olur. Ve acının siyaseti artık yapılmaz, yapılamaz. Derdini paylaştığın, aynı zemini paylaştığınız bir insana düşman olamazsınız, artık aynı acıyı ve derdi paylaşanlar oldunuz. İdeolojik lensler kırılır artık o zeminde. Bu zor zamanlarda insanları acı hikâyelerini anlatmaya zorlamak da doğru değildir. Onlara parmak uçlarına basa basa yaklaşmaya çalışmak, anlattıkları kadarını, istedikleri zaman şahit olmak daha doğrudur. Şefkatle ve merhametle yanında durmak, yakınında olmak ve dinlemek daha doğrudur.  Hata yapanlara bigâne kalmama, ortak zemini kirletene dur diyebilmek zamanı gelmiştir artık.
 
Korku doğal bir duygudur ve bizi doğru eyleme yönlendirir. Eylemsizliğe neden olan korku kişi için tehlikelidir. Bu süreçte boynu ışığa dönen çiçekler gibi hayata, dostlara, iyiliğe ve güzel eylemlere dönmek gerekir. Duygu, bizim dış dünyaya verdiğimiz tepkidir. Tüm duyguları usul usul yaşamak gerekir. Korku, öfke, sevinç, huzur insan bedeniyle dış dünyaya yansır, bunu vücudumuzda hissederiz. Hissizleşme doğru bir tepki değildir.
 
İnsan beyni ve bedeni, doğal felaketlere dayanıklı olarak yaratılmıştır. İnsan bedeni aslında normal şartlarda hastalanmaz ve yüz yaşından fazla yaşayabilmektedir. Beyin ve beden travmalar karşısında aynı durumdadır, kendini kısa zamanda yenileyip doğal, normal ve fıtri durumuna döner.
 
Kader gayrete âşıktır. Gayret ederek tevekkül etmeliyiz. Dünya sandığımız kadar rutin, emniyetli bir yer değildir, deprem ile bunu görüyoruz. Ancak akıl ve gönül izlerini takip ederek tedbirleri ala ala dünyayı daha imar edilmiş ve yaşanabilir bir hale de getirebilir.

Ve hepimiz aynı gemideyiz. Herkes geminin bir tarafını keserek kendinin kurtuluş sandalını yapmaya çalışıyor. Oysa gemi, bir tarafı kesilerek kendi sandalını yapmaya çalışıldığından dolayı su alıyor. Gemi hep birlikte ilk su alan yerden tamir edilmeye çalışılsa, herkes emniyette olacak ve kısa zamanda bütün ayaklar karaya basacaktır.

Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için yaşamayı öğrenmeliyiz artık.
 
11.08.2023
 
 

Bu yazı 611 defa okunmuştur .